AN MESELESİ

Medya, son zamanlarda iyice çığırından çıktı. Artık PKK terör örgütünün sözcüleri ile canlı yayında röportajlar yapılır oldu. Aynı medya, yüzbinlerce kişinin Erciyes’te toplanmasını hiç görmüyor, en küçük haber bile vermiyor...

Kıbrıs Barış Harekatı’nın yıldönümünde de televizyonlarda en küçük bir haber yok! Bunun yerine, Dolapdere’nin, Beyoğlu’nun, Adalar’ın eski Rum sakinlerinden bahseden programlar yayınlanıyor...
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Amerikan askerlerini korumak üzere Irak’ın merkezine gitmesi için propaganda yapıyorlar...

Basının birinci görevi haber vermektir. Basının haber vermeme diye bir özgürlüğü yoktur.
Basın, eğer bazı haberleri saklıyorsa, hem mesleğin özüne hem de insanlığa karşı suç işliyor demektir...
Mevcut medyanın ana gövdesi bu durumda olmasa, yani, haber verebilen başka güçlü kuruluşlar bulunsa, zaten bu kadar ileri gidemezlerdi. Böyle bir güç olmayınca, meydanı boş bulmuşlar, resmen işgal kuvvetleri sözcüsü olarak yayın yapıyorlar...

Türk halkı, diri diri gömüldüğü tabuttan, dışarıda olan biteni görüyor ama, kendi durumunun farkında değil... Farkında olsa, üzerine konan sapıtma taşını, yani teslimiyetçi medyayı kaldırıp bir kenara atacak... Medya, bütün ağırlığı ile, Türk Milleti’nin üzerine çökmüş, sağlıklı bir değerlendirme yapma imkanını ortadan kaldırmış durumda... Biraz uyananları da uydurma gündem maddeleri, özellikle dini tartışmalarla oyalıyor ki, başka kimse uyanmasın... “Uyanmak” deyince Terry Wallis’i hatırladım... Terry Wallis, 19 yıl önce bir trafik kazası geçirmiş ve komaya girmiş... 19 yıl boyunca uyumuş... 19 yıl sonra bir mucize olmuş ve kendine gelmiş... Tıpkı Kuran’daki yedi uyurlar gibi... Doktorlar, Wallis’in bilincinin yerinde olduğunu söylüyor... Tabii 19 yıl boyunca gelişen olaylardan hiç haberi yok... Sağlığına tamamen kavuşup, normal hayata döndüğünde, nasıl davranışlar gösterecek, değişimleri nasıl karşılayacak?
Öyle ya, 19 yıl içinde dünya büyük değişim geçirmiş, Soğuk Savaş bitmiş, Sovyetler dağılmış, Berlin duvarı yıkılmış...

Türk toplumu da medya vasıtasıyla, biraz da dini ve milli değerleri morfin niyetine kullanılarak tıpkı Terry Wallis gibi, uykuya yatırılmış adeta... Atatürk’ün ölümünden hemen sonra, morfine alıştırmışlar, Özal’la birlikte dozajı artırmışlar, Tayyip Erdoğan döneminde, artık bir daha hiç uyanmasın diye en ağır dozu uyguluyorlar...

Morfinden etkilenmeyen grupların da liderleri ele geçirilmiş... Zaten çoğu koza olarak yetiştirilmiş tipler...
Türk toplumu onun için hareket edemiyor... Son olarak, askerlere de morfin vermeye başlamışlar ki, ülkenin tapusu elden giderken, kıllarını bile kıpırdatmıyorlar! Atatürk’ün Milli Mücadele sonucunda tescil ettirdiği Türk’ün bağımsızlığı tamamen ortadan kalkarken, başörtüsü ile uğraşarak, milleti kendilerinden soğutmakla meşgul olmuşlar... Atatürk başörtüsü ile uğraşmış mıydı ki, birinci tehdit olarak bunu öne sürdüler...

Türkmen aşiretleri zaman zaman çatışmaya girer... Ortalık kan gölüne girecekken, bir Türkmen kadını, iki grubun arasına girer ve başörtüsünü yere atar... Bu ne demektir?
“Çatışırsanız, benim namusumu çiğnemiş olursunuz” demektir... Artık ondan sonra kimse elini silaha atmaz ve kimse birbirine bir fiske bile vurmaz... Herkes utanç içinde, yerine, yurduna çekilir...
Başörtüsünün bu derin anlamını bilmeden, meseleyi sırf irtica olarak sunarsanız, o başörtüsüne sahip çıkar gibi görünen emperyalist işbirlikçileri tek başlarına iktidar da olur, sizi de esas duruşa geçirir!
Başörtüsü, Türk Milleti’ni uyutmak, hatta gözlerini bağlamak için kullanılırken defalarca uyardık... “Yapmayın, etmeyin, kaş yapayım derken göz çıkarıyorsunuz” dedik, kimse anlamak istemedi... Kendi elleriyle, işbirlikçi bir iktidar oluşturdular. Başörtüsü sorunu yaratıp, onun içinden bir kahraman çıkardılar, güya yasakladılar, güya engellediler ama şartlar tamam olunca, önünü açtılar... Bu arada, milliyetçileri de işe yaramaz hale getirmeleri gerekiyordu ki, onu da ihmal etmediler... Şimdi buyurun cenaze namazına...

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de Türk gençliğinin de birinci vazifesi, Türk istiklal ve cumhuriyetini muhafaza ve müdafaa etmektir... Vazifeye atılmak için, içinde bulunulan imkan ve şeraiti düşünmek, düşmanın güçlü olduğu kabulüyle köşesine çekilmek, damarlarında Türk kanı dolaşan hiçbir insana yakışmaz...

Her Türk bir askerdir ve iradesi sağlam tek bir kişi dahi, Türk’ü içine konulduğu tabuttan ayağa kaldırmaya, derin uykudan uyandırmaya ve işbirlikçileri darmadağın etmeye muktedirdir...
Ve bunun gerçekleşeceği kesindir, an meselesidir...

Arslan Bulut

10 Ağustos 2003

YORUM EKLE