KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Kıbrıs Barış Harekatı’nın yıldönümü törenlerinde Türkiye’yi yönetme iddiasında olanlar için de örnek teşkil edecek bir konuşma yaptı.
Bir an için Denktaş’ın KKTC adına değil, Türkiye adına konuştuğunu düşünelim ve konuşmada KKTC yerine Türkiye, Rum yerine Avrupa-ABD kelimelerini koyarak ve cumhuriyetin kuruluş yıllarını gözümüzün önünden geçirerek değerlendirelim
Hak ve hürriyet kimseye hediye edilmiş değildir. Hak ve hürriyet nasıl kazanılır siz bunu en iyi bilenlerdensiniz. Kan ve can pahasına kurtardığımız hak ve hürriyetimizi, Türkiye Cumhuriyeti devletinde somut hale getirdik. Bu devleti yaşatmak, ona dokundurtmamak hepimiz için bir namus borcu, bir haysiyet meselesi olmuştur. Meclise seçtiğimiz temsilcilerin ve benim yeminimin şu sözleri bağlayıcıdır:
‘Devletin varlığını ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız şartsız egemenliğini koruyacağıma namusum ve şerefim üzerine and içerim.’
Bu yeminler sizler adına yapılmıştır ve bizleri bağlayıcı olduğu kadar sizleri de bağlayıcıdır.
Bu yeminler sizin yeminleriniz, sizin andınızdır. Seçmiş olduğumuz kişilerden hangileri bu yeminlere sadık kalmıştır? Hangileri devleti koruyup yaşatma yolundan sapmıştır? Bu sorunun cevabını sizler vereceksiniz.
Sabrımız, kararlılığımız, dayanıklılığımız, inanç ve imanımız, birlik ve beraberliğimiz, dava adamlığımız denenmektedir.
1914-23 yılları arasında da size ‘Yolun sonuna gelindi. Avrupa-ABD ne önerirse onu kabul edelim, bu iş bitsin’ diyenler vardı. O yıllarda bize Batı’nın mandası olmamız önerilmekteydi, bugün bundan başka bir şey öneren yok karşı tarafta. Türk Milleti vatan savunmasında teslim olmadı, ikinci sınıf vatandaşlığı kabul etmedi. Direnişinizin ödülünü, devletinizin kuruluşunda buldunuz. Devlet yoksa azınlıksınız. Devlet yoksa bir hiçsiniz. Yıllardır bu bilinç içinde mücadelenizi sürdürmektesiniz. Ben andıma, yemine sadık kaldım. Devletimizi mezata çıkarmadım. Egemenliğinize sahip çıktım. Türk egemenliğini yok edecek yasalara imza atanlar, Meclis’e girerken yaptıkları yeminlerini kirletmiyorlar mı? Bunları düşünmek ve gece gündüz Yunanlılarla, Amerikalılarla, İngilizlerle birleşerek Türkiye’yi boy tahtası yapanların gerçek maksatlarını değerlendirmek milli bir görevdir. Pire için yorgan yakmanızı, üç kuruş için devletinize sırt çevirmenizi, devletinize bağlılıktan kopmanızı telkin edenlere cevabı siz vereceksiniz...”
Evet, KKTC’ye önerilen Annan Planı ile, Türkiye’nin Avrupa Birliği ve ABD karşısında düşürülmek üzere olduğu durum arasında ben bir fark göremiyorum. KKTC’yi çökertmek Türkiye’yi çökertmektir. KKTC’yi yaşatmak Türkiye’yi yaşatmaktır. Annan Planı, Kıbrıslı Türkler’in, topraklarını Rumlara teslim etmesini, Kıbrıs’taki Türk asker sayısının azaltılmasını ve nihayet KKTC’nin yok edilmesini öneriyor.
CFR ve Bilderberg’de alınan kararları uygulatan IMF ve Dünya Bankası da Tahkim Yasası, Endüstri Bölgeleri Yasası, Şeker Yasası, Tütün Yasası, Doğalgaz Yasası, Petrol Yasası, Maden Yasası, Hazine Arazilerinin Yabancılara Satışını Öngören Yasa, Doğrudan Yabancı Yatırımlar Yasası, İkiz Sözleşmelerin Onaylanması Yasaları, Gümrük Birliği uygulaması, adı “Ulusal Program” olup, Türkiye Birliğini dağıtmak amacıyla hazırlanan taahhütnameler, buna dayalı olarak çıkarılan uyum yasaları yoluyla ülkenin tapusunun Türkler’in elinden alınmasını hedefliyor...
Bütün bu yasalar, Rockefeller Vakfı tarafından araştırması Türk gençlerine yaptırılan Osmanlı dönemi azınlık tapularına dayalı olarak, Türk topraklarının eski azınlıklara devredilmesini, buna rağmen Türkler’in elinde kalan toprakların da ekonomik krizler sonucu açlık tehlikesiyle karşı karşıya bırakılan Türk köylüsünden satın alınmasını ve Abdullah Gül ile Colin Powell arasında imzalandığı bilinen belgede olduğu gibi Türkiye’nin asker sayısının azaltılmasını, kamu yönetimi ve yerel yönetimler reformu adı altında dört yıl içinde Türkiye’nin 81 devletten oluşan bir federasyon haline getirilmesini ve nihayet son adımda Türkiye’nin Türkiye olmaktan çıkarılmasını hedefliyor...
Bu devleti yaşatmak, ona dokundurtmamak hepimiz için bir namus borcu, bir haysiyet meselesi olmuştur. Namusunuza, haysiyetinize sahip çıkacak mısınız, yoksa yakın geçmişte ve bugün, bu politikaları uygulayanlarla birlikte görünerek kısa vadeli kişisel çıkarlar edinmeye, yapılanları seyretmeye devam mı edeceksiniz?
” Türküm, doğruyum” diye en az beş yıl süreyle her iş günü tekrarladığınız milli
andınıza, yemininize sadık kalacak mısınız?
Yoksa devletinizi mezata çıkaranlara, gözünüzün içine baka baka egemenliğinizi satanlara, Meclis’e girerken yaptıkları yeminlerini kirletenlere ve gece gündüz Yunanlılarla, Amerikalılarla, İngilizlerle, İsraillilerle birleşerek Türkiye’yi boy tahtası yapanlara boyun mu eğeceksiniz? Pire için yorgan yakmanızı, üç kuruş için devletinize sırt çevirmenizi, devletinize bağlılıktan kopmanızı telkin edenlere cevabı siz vereceksiniz.
Kimse unutmasın ki, milletlerin yükselişi ve çöküşü biyosferdeki değişimlere bağlıdır. Biyosferdeki değişimi ise insanoğlu yönlendiremez. Dolayısıyla, Anglo-Amerikan ve Yahudi ittifakı ne yapmak isterse istesin, tarih hükmünü icra edecektir ama bazıları o tarihte şerefsiz diye anılacaktır....
Arslan Bulut
21 Temmuz 2003