Atatürk sorgulaması

Bugün 10 Kasım 2002... “Anayasa’nın vazgeçilmez unsuru” denilen siyasi parti genel başkanları, Atatürk’ün manevi huzurunda...
Manevi huzur deyince, hayal dünyamızı biraz geniş tutalım... Bu 10 Kasım’da, Atatürk, devlet ricalini kabul etmektedir...
* * *
Önce Ahmet Necdet Sezer gelir, saygıyla eğilir ve “Ata’m izindeyiz” der...
Atatürk, “Ben Türk kültürünü çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarmak demiştim... Siz ne yapıyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanı? Avrupa Birliği’ne girişi, devlet politikası haline getirdiniz, üstelik Avrupa’nın başka hiçbir ülkeye koşmadığı şartları kabul ettiniz... Zaten Anayasa Mahkemesi Başkanıyken de AB’ye uyum yasalarını savunmuştunuz... Ne mutlu Türk’üm diyene felsefesini kökünden sarstınız... Dil birliğini bozdunuz? Bunları neden yaptınız?” diye sorar...

Atatürk, TBMM Başkanı Ömer İzgi’ye döner:
- Sayın Başkan” Biz, Sevr paçavrasını, Amasya Genelgesi’nde, Erzurum ve Sıvas Kongreleri’nde, 1. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ve son olarak Türk askerinin kahramanlığı ile yırtıp atmadık mı, yerine Lozan’ı ikame etmedik mi? Sizin başkanı bulunduğunuz meclis, Sevr’in 145 ve 147’nci maddelerini AB’ye uyum adı altında nasıl kabul eder?

Atatürk, Başbakanlığı devam etmekte olan Bülent Ecevit’e döner:
-Sayın Başbakan, siz nasıl Türk hukukunun üstünde hukuk tanır ve uluslararası tahkimi kabul edersiniz, siz nasıl “15 gün içinde 15 yasa” baskısına boyun eğersiniz? Sonra siz ne diye enerjiniz kalmadığı halde, parti başkanı ve başbakan olarak göreve devam ettiniz? Partinizde, ülkeyi teslim edebileceğiniz bir kişi bile yok muydu?

Atatürk, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’e döner:
-Paşa, paşa, mesajınızı okudum... “Yüce Atatürk, bize güven ve rahat uyu” diyorsun... IMF diye bir kuruluş, Bakanlar Kurulu salonunda basın toplantısı yaparken ben nasıl rahat uyuyayım? Türk Silahlı Kuvvetleri adına yapılan 28 Şubat gibi operasyonlar, olumlu değil, olumsuz sonuç verdi... Üstelik milletle, Türk subayının arası açıldı? Dünyaya küreselleşme adı altında yeni bir emperyalizm dayatan güçler, siyasi partileri içerden fethetti... Şimdi medya diyorsunuz, bunlar cumhuriyet bekçiliğini bıraktı,
cumhuriyet yıkıcılığına başladı. Ben, Türk milletinin her ferdinin, cephede bulunan ordu kadar duygu, düşünce ve hareket bakımından savaşla ilgilendirilmesi gerektiğini söylememiş miydim. Yalnız düşman karşısında bulunanlar değil, köyünde, evinde, tarlasında bulunan herkesin, milletin her ferdinin, silahla vuruşan savaşçı gibi kendini görevli sayarak, bütün varlığını yalnızca mücadeleye vermesi gerektiğini söylememiş miydim? Bütün maddi ve manevi varlığını vatan savunmasına vermekte ağır davranan ve titizlik göstermeyen milletlerin başaramayacağını, gelecekteki harplerin tek başarı şartının bu noktaya bağlı olduğunu söylememiş miydim? Tamam görevi yeni teslim aldınız ama, bu konuda ne yapıyorsunuz? Tedbiriniz nedir?

Atatürk, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye döner:
-Ya siz, Sayın Bahçeli? AB’ye uyum denilen dayatmaları reddetmekte geç kalmadınız mı? Bu hükümet dönemindeki icraatlara nasıl ortak oldunuz?

Mesut Yılmaz hala oralardadır, Atatürk kükrer adeta...
-Sen hala buralara nasıl gelebiliyorsun? Benim Diyarbakır ve Muş savunmasında çektiğim çileyi hiç okumadın mı? Sen nasıl yedi bin yıllık Türk beşiğini, milletimizin sadece bir unsuruna aitmiş gibi gösterir de oradan Avrupa’ya yol uzatmaya kalkışırsın?

Atatürk’ün gözüne, AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan ilişir:
-Ya sen çocuk? Ne mutlu Türk’üm diyene diye ifade ettiğim milli birlik felsefesini bozmak isterken amacın neydi? Sen başka bir milletten olabilirsin ama, büyük Türk Milleti senin gibilerin soyuna sopuna şerefli bir hayat sürme imkanı tanımadı mı? Türklüğü benimsemiyorsan, neden Türkiye’ye başbakan olmak istiyorsun? Küresel güçlerin, dayatmalarını parti programına geçirmişsin ve “yerel yönetimlere otonomi vermek, şehir devletleri haline dönüşmek” ilkelerini kabul ederek Türkiye’yi paramparça edecek bir süreci başlatıyorsun... Başörtüsü konusunu istismar ederek,
minareleri benim savaştığım emperyalistlere çevirmek yerine, emperyalistlerin güdümüne girip Türkiye’ye çevirmişsin... Bu millet, meseleyi anlarsa seni ne hale getirir, farkında değil misin?

O sırada Deniz Baykal yerinde kıvranmaktadır, asıl fırçayı kendisinin yiyeceğini bilmektedir... Atatürk yeniden kükrer:

-Deniz Baykal, ben Cumhuriyet Halk Fırkası’nı, IMF mutemetlerine yanı başında yer veresin diye mi kurdum? Ben bu CHP ile bir devlet kurdum, devlet... Yazıklar olsun!

Atatürk, Anıtkabir komutanını çağırır ve Türk Milleti’ne bir beyanname yayınlamasını ister:
-Aziz milletime tavsiyem odur ki, başına geçireceği adamların kanlarındaki ve vicdanlarındaki cevheri asliyi tayin etmekten bir an olsun uzak durmasın.

YORUM EKLE