Ayasofya, hangi projenin adımıdır?

Bir süre ara verdikten sonra yazıya başlamak, ilkokula başlarken okuma yazmayı öğrenmek gibi heyecan veriyor. Gerçi bugünkü ortamda ne yazarsanız yazın, hangi gerçeği ortaya çıkarırsanız çıkarın, elde ettiğiniz sonuçlar, hâkim güçler tarafından, halk nezdinde kolayca yalanlanabiliyor. Buna rağmen etkili olursanız, hukuka aykırı suçlamalarla susturulmanızı sağlayabiliyorlar. Bu durumda bize düşen, bütün bu olumsuz şartlara rağmen yalanların ortağı olmamak ve gerçekleri bütün açıklığıyla ortaya koymaktır.

* * *

Son günlerin konusu, Ayasofya'nın ibadete açılması... Konu, çok kimsenin zannettiği gibi iktidar partisinin oylarının düşmesi ve bunu telafi etmek istemesinden ibaret değil.

Konu, Büyük Orta Doğu Projesi çerçevesinde Türkiye'ye biçilen rolle ilgili… Cengiz Özakıncı, Şahin Alpay'ın Huntington ile yaptığı, Milliyet'te yayınlanan röportajı hatırlatıyor. Huntington, o röportajda "Türkiye, İslâm dünyasının lideri olmalı" demişti.

ABD için strateji üreten Samuel Huntington, 1996 yılında "Medeniyetler Çatışması" kitabında, "Türkiye kendini laik ülke olarak tanımladığı sürece İslam medeniyetinin önderi olamaz. Bu sebeple Türkiye'nin bir an önce Atatürk'ten ve Atatürk'ün laiklik tanımından kurtulması gerekir. Türkiye Atatürk'ün mirasını bilinçli bir şekilde reddedip kendisini İslâmın bir lideri olarak yeniden tanımlamalıdır" diye yazmıştı.

Huntington'a göre "Böyle bir hamle aynı zamanda Atatürk kalibresinde bir lideri, Türkiye'yi bölünmüş bir ülke olmaktan çıkarıp çekirdek bir devlet haline getirmek için gerekli siyasal ve dinsel meşruluğu kendisinde toplamış olan bir lideri gerektirir"di…

İşte, 15 Temmuz 2016'dan sonra iktidarın düşünce yapısını temsil edenlerin, "yeni bir devlet kuruyoruz" iddiasında bulunmasının sebebi budur.

Bu bakış açısına göre Ayasofya'nın ibadete açılması, Türkiye'nin "Batı güdümlü bir İslâm devleti" olabilmesinin önemli bir adımıdır; çünkü Ayasofya, yeni rejime siyasal ve dinsel meşruiyet sağlama aracıdır!

* * *

Huntington ve takipçilerine göre, "Türk'ün hakkından gelmek" için Türkiye'yi Atatürk çizgisinden uzaklaştırmak şarttır. Yoksa İslâm dünyasını "ılımlı bir halife şemsiyesi"nde ve "dörtlü konfederasyon modeli"yle yönetmek, 20.nci yüzyılın başında İngiliz istihbaratının stratejisiydi. Çanakkale'de bu projeye darbe vuruldu. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla proje yüz yıl ertelendi.

Peki şimdiki projenin başarı şansı var mıdır?

Meselâ Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, yeni tip koronavirüs salgınının beşeriyete diz çöktürdüğünü söyledi ve ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa'nın Güvenlik Konseyi'nin daimi üyeleri olduğunu hatırlatarak "Eşitsizlik ta en tepede başlıyor" dedi. Guterres, Suriye Savaşı gibi birçok konuda kararların bloke edildiğini, bu ülkelerin isteği dışında kararın alınamadığını kaydetti.

Guterres, nüfuz, servet ve fırsatların dünya genelinde daha adil dağıtılması için yeni bir küresel sözleşmeye ihtiyaç olduğunu belirtti.

Şimdi büyük güçlerin çaresiz kaldığı bir ortamdayız. Türkiye'nin en büyük gücü ise Atatürk'ün kazandırdığı milli bilinçtir. Bu sebeple, Atatürk'ün kurucu ilkelerini yıkmaya çalışmak, Türk milletini yıkmaya çalışmakla eş anlamlıdır.

* * *

Kurultay öncesi Cumhuriyet için bir yazı kaleme alan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, konunun küresel ekonomik boyutlarına değindi ve "Yaklaşık 90 yıllık bir geçmişi ve birikimi olan devletçiliğin, 'Sosyal Devlet Devletçiliği' hedefiyle yeniden tanımlanması gereğin de ötesinde zorunludur." dedi.

Bu model, küresel bir model olabilir. CHP'den ve İYİ Parti'den beklenen, ekonomik çözümle birlikte Huntington operasyonuna da karşı durarak, küresel ölçekte siyasal çözümler üretmektir.  Zira küresel çözüm üretmeden, milli çözüm üretmek mümkün olmuyor.

YORUM EKLE