Geçelim işin siyasî veya ideolojik yanını… O bir katildi, katil…
Türkiye Cumhuriyeti'nin Kültür ve Turizm Bakanlığı ölüm yıldönümünde onu anıyor resmî hesabından: "Sinemamızın 'Çirkin Kral lakaplı oyuncusu, senarist, yönetmek ve yazar Yılmaz Güney'i ölüm yıldönümünde saygıyla anıyoruz…"
Bir katili, üstelik saygıyla, neden anıyoruz? Onun katlettiği kişinin ve ailesinin bu devlet nezdinde bir hukuku yok mu?
Yılmaz Güney, bir eroin kaçakçısı olsaydı ve ölseydi, yine de saygıyla anacak mıydık? Katillik daha mı makul bir şey Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın gözünde?
***
Daha önce de defalarca altını çizmiştik: Yılmaz Güney tipik bir katildi... Yumurtalık hâkimi Sefa Mutlu'yu öldürmüştü ama Sefa Mutlu'nun 'insan' kimliği sözde devrimci lobinin Yılmaz Güney'e giydirdiği 'Çirkin kral' ve 'büyük sanatçı' kimliğinin yanında hiçbir şey ifade etmemişti!..
'Biz'den olunca 'katil' olunmuyor ya, Sefa Mutlu yok olup gitmiş, 'aydın' Yılmaz Güney'in heykeli yıllar sonra Siverek'e dikilebilmişti!.. Üstelik Sefa Mutlu'nun da acıyla yaşayan bir ailesi olabileceğini hiç umursamadan...
Ana akım medyada bile az okumadık değil mi, 'kan içiciler'in bir anda 'dağda gitar çalan, ana kuzusu kızlar'a çevrilmelerini? O katillerin ırmakta saçlarını tarayışlarını, yerlerden sigara izmariti toplayan çevreci hassasiyetlerini? Daha isimleri konulmadan katledilen bebekleri değil de, teröristi masumlaştıran ve çifte standardıyla insanı kusturan 'sınıf dayanışması'nı? 'Dinci faşizme karşı Ortadoğu'nun özgürlük savaşçısı kadınları' propagandasını…
Kültür ve Turizm Bakanlığı'na ne olmuşsa, o lânetli çözüm sürecinde kalınan dilden devam ediyor galiba!.. Üstelik tam da dillerde 'Kızılelma' edebiyatı varken!..
***
Üzerinde çok durmuştuk, radikal solun önemli bir kısmında var olan hastalığın: Bu, belki de dünyanın en sadistçe ve en trajik çarpıklığıdır... Bayrak yapılan, heykeli dikilen, ödüle boğulan zanlılar ve katiller, 'göz kamaştırıcı kahraman'a dönüştürülür, o 'ideolojik klan'ın dünyasında mağdurların feryatları hiç bir anlam ifade etmez... Masumlar toprak olurken, 'ideolojik dokunulmazlık', suçluları pamuklar içinde sarıp sarmalar!..
Bu, radikal solun önemli bir kısmının çok kötü bir hastalığı... Özellikle PKK'ya ve her türlü cinayet şebekesine karşı fikrî namusunu koruyan solcuları elbette ayırarak söylemek lâzım...
'Şair, yazar, romancı' kızı kendilerinden gördüler... Altınok ailesinin katilini onun için pek sevdiler...
Evet, 'sosyolog' kız da onlardandı, dolayısıyla katil sayılmamalıydı!.. Mısır Çarşısı'nda patlattığı bombayla çoluk çocuğu katletti ama olsun pamuklara sarılmalıydı!..
Evet, yine onlalardandı 'bilim kadını' Andrea Wolf... Çatak'ta çatışmada öldürülmüş olsa da 'kitap çalışması için' Türkiye'ye gelmişti 'Rohani' kod adlı yoldaş!.. Bilim kadını terörist sayılmazdı!..
Evet, 'Birleşik Özgürlük Güçleri' adına savaşırken Rakka'da öldürülen ve 'Rakka yoldaşları' unvanıyla ABD ittifakının bir parçası olarak, tarihe ve akla tecavüz bir çelişkiyle gömülen Marksist militan bizzat kendilerindendi!.. Hukuku da sözde yoldaşlarına emanetti!..
***
Hadi onları anladık da Kültür ve Turizm Bakanlığı'na ne oluyor? Kurumda bir katile yakınlık hisseden 'ideolojik akrabalar' bu işi yapıyorsa, bu bir yönetim zaafıdır… Yok, devletin bir kurumunun resmî görüşü buysa, yazık çok yazık…
Bir katilden 'rol model' çıkarmak resmî bir kurumun haddi değildir… Yılmaz Güney'in katlettiği hakim Sefa Mutlu'nun da bir hukuku olmalıydı… Ve o hukuk, otobüs terminalindeki emanetçide milletin vicdanında ve devletin hafızasında tutulmalıydı… Utanmazlığın bir sınırı olmalıydı…