Alparslan Türkeş “sağlığında” göremedi böylesine büyük bir kalabalığı. Ama O’nun ölümü, hiçbir politikacının “ne sağlığında, ne de ölümünde” eşi görülmeyen bir kalabalığı aynı yerde topladı. Ve üstelik, gözü görmez hâle getiren yoğunlukta kar yağıyordu Ankara’nın üzerine. Fakat iddiam şu ki… Gökten “kar” yerine “taş” yağsa, aynı kalabalık, aynı inanç ve heyecanla, aynı yerde yine toplanırdı.
Kalabalığın tahlilini yapmak, bir yerde kolay. Çünkü Türkeş, bir siyasal parti genel başkanı olmanın ötesinde, “ideolog” yanı ağır basan bir önderdi.
Çünkü MHP, sıradan bir siyasal parti olmanın ötesinde, “örgüt” bilincini hiç yitirmeden büyüyen bir kitleydi.
Dolayısıyla Türkeş’in ölümü, O’nu “seven” tüm insanları “istisnasız” harekete geçirdi. Diğer yanda ise belki daha çok önemsenmesi gereken bir şey var.
Türkeş’in özellikle son yıllarda çizdiği “lider portresi”, geçmişte O’nu sevmeyen insanları bile etkilemeye başlamıştı.
Evet.
Yiğit öldü.
Şimdi “hakkını verme” zamanı!
Öyleyse hasislik yapmadan, O’nun “âni” ölümü ile “âniden” farkına vardığımız bir gerçeği açıkça söylemek gerekiyor.
Eğer Türkeş, bu ülke insanlarının “dini” ve “millî” duyguları ile öteki politikacılar gibi oynasaydı -ki bunu yapma gücü hepsinden fazlaydı- kendisi de, partisi de çok farklı bir noktada olur; hatta son yolculuğuna, “”Başbakan” olarak uğurlanırdı. Ama O tercihini, Türkiye’nin birliğinden ve geleceğinden yana kullanarak; geride örnek alınması gereken bir “siyasî ahlâk” bıraktı. İşte Türkeş’in paylaşılması gereken asıl mirası bu!
FEYZİ HEPŞENKAL
9 NİSAN 1997 – YENİ ASIR GAZETESİ