Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, "Biden-Erdoğan görüşmesinde, Afganistan'dan gelecek insanların kabul edilmesi için anlaşma yaptılar" mealindeki eleştirilerine cevap verirken "Söyledikleri tek şey var; Orada dışişleri yetkilisi yoktu.. Ne demek dışişleri yetkilisi yoktu? İlla dışişleri yetkilisinin olması mı lazım? Ben varım orada. Dışişleri kime bağlı? Bana bağlı. Ben konuşuyorum. Kiminle? ABD başkanıyla. Kafayı takmışlar tercümanımıza… 'Orada' diyorlar 'Sadece tercüman vardı.' Başınıza tercümanım kadar taş düşsün! Dürüst konuşun ya. Bunu ispatla ben mükellef değilim, sen mükellefsin." dedi.
***
İşte sorun "Ben varım orada" anlayışında düğümleniyor.
Bilindiği gibi, "devlette devamlılık esastır" ilkesi gereği, bu tür uluslararası görüşmelerde bir Dışişleri görevlisi bulunur ve kayıt tutar.
Erdoğan'dan sonra gelecek olan Cumhurbaşkanı'nın, Biden ile yapılan görüşmede neler konuşulduğunu bilmesi gerekir, değil mi? Bilmezse, Biden veya sonra gelecek başkan ile görüşürken, ne duruma düşer?
Sonraki Cumhurbaşkanı'nın bilmesini bir tarafa bırakın, şu andaki Dışişleri Bakanı, Erdoğan-Biden görüşmesinde neler konuşulduğunu biliyor mu?
Böyle bir görüşmede Dışişleri görevlisi olmayan bir kişinin tercüman olarak bulundurulması, hangi ihtiyaçtan doğmuştur? Dışişleri Bakanlığı'ndaki tercümanlar, Erdoğan nezdinde güvenilir değil midir?
Tercüman hem tercüme yapıp hem kayıt tutamaz. Erdoğan da görüşmeyi yapan kişi olarak kayıt tutamayacağına göre, bu görüşmede neler konuşulduğu sır olarak kalacaktır.
Yoksa bu görüşmede neler konuşulduğu devlet kayıtlarına geçmesin diye mi dışarıdan tercüman tutulmuştur?
***
"Ben varım orada" dediğiniz zaman, devleti hukuk sistemine göre değil kişisel kurallarınıza göre yönetiyorsunuz demektir. Bu da bir hukuk devletinde sorgulanması gereken bir durumdur. Geçmişte padişahlar, sultanlar bile yabancılarla görüşmelerinde, çok sayıda devlet görevlisi bulundururdu.
Dolayısıyla, bu görüşmeden hemen sonra, Afganistan ordusunda görev yapmış askerlerin, İran sınırından yürüyerek Türkiye'ye girmesi karşısında elbette muhalefet sesini yükseltecekti.
Kaldı ki devletin ve milletin geleceği açısından çok önemli kararların alındığı bir görüşmeden sonra, Cumhurbaşkanı, muhalefete de bilgi vermek durumundadır! Devletin teamülü budur. Yoksa muhalefetin, Afgan askerlerin gelişini bu görüşmeye bağlaması ile karşı karşıya kalırsınız.
***
Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar ise "İran hududunda yakalananların sayısı 587'dir. Hudutlarımızdan girmesi engellenenlerin sayısı ise 181 bin 328 oldu. Bunların İran sınırına tekabül edenlerinin sayısı ise 61 bin 943'tür. Hudutların kontrolü eskisinden çok daha ileri düzeydedir. İlk hatta hudut birlikleri, Kara Kuvvetleri unsurları, derinlikteki alanda jandarmalar, içerideki bölümlerde polis özel harekât var. Dolayısıyla ortaya atılan görüntülerin hiçbirinin gerçeği yansıtmadığını çok açık bir şekilde bir kez daha burada müşahede ettik" dedi.
İyi de o görüntüler, bir film platosunda mı çekildi? Adamlar kitleler halinde, sınırdan içeri girdi, bir grup, tarlalara bile zarar verdi.
Yoksa Van sokaklarından koşar adım geçenler, Afgan kıyafeti giydirilmiş figüranlar mıydı?
Kaldı ki ülkenin dört bir yanı, Afgan kaynıyor, Cumhurbaşkanı, "1.5 milyon değil, 300 bin" dedi ama Kırşehir'de bir Afgan kadın, başka bir Afgan tarafından bıçakla evinin önünde öldürüldü! Yani bir Afgan kadının, Kırşehir'de bile ev tutmuş olduğu bu vesileyle duyulmuş oldu! Tabii daha önce gelmiş olmalı...
İngiltere Savunma Bakanı'nın, "Bölge ülkelerinde Afganlar için toplama merkezleri kurarak, iltica başvurularını değerlendireceğiz" derken hangi ülkeleri kastettiği konusu da ortada…
"Ben varım orada" dediğiniz zaman her işiniz böyle karmakarışık olur…