A partisi gidip B partisi geldiğinde her şeyin düzeleceğini zannetmek ne büyük yanılgı… Oysa önce insanın değişmesi gerekiyor… Zaten inancımız bize, "Siz kendinizi değiştirmedikçe …" şeklinde ikaza başlamıyor mu?
Her dönemde iktidar-güç ilişkisi, etrafında sosyal bir bataklık oluşturuyor… Öyle bir bataklık ki kamu imkânlarını içine çekerken, iştahı hiç kesilmiyor… İktidarlar değişiyor ama güç etrafında kümelenip kaynakları sömürenler -paylaştıkları oranda- pozisyonlarını koruyor…
Hani demişti ya Lenin: "Artık iktidardayız ve Rusya'nın bütün alçakları bizimle beraber!.."
Lenin yaşasaydı görürdü, Rusya'nın o alçakları şimdi de mutlaka Putin'le beraberdir!..
Günümüz dünyasında, önce alçaklar mı iktidardakileri buluyor yoksa iktidardakiler mi alçakları, o ayrı bir konu… Ama çok kısa bir sürede buluşma özellikleri ve alçakların yeni siyasî duruma göre şekil alabilme kabiliyetleri açık bir gerçek…
***
1980'lerin, 90'ların kamu ihaleleriyle şişmiş müteahhitleri buhar olmadı ki… Bugün sürekli 'çete' olarak anılan ve ihaleleri paylaşan müteahhitlerin tamamı önceki dönemlerde de vardı… Hepsi o iktidarların da gözdeleriydi…
İktidarlar değişince düzende ne değişiyor peki? Sadece ortaklar değişiyor!.. Düzen yine aynı düzen!..
Bu öylesine baş döndürücü bir alan ki, şaibeli sermaye sahibi, uygun siyasetçiyi, uygun siyasetçi de o sermaye sahibini bulmakta hiç zorlanmıyor!.. Güç ve para ilişkisi bu buluşmayı adeta motive ediyor!.. Ortağını değiştiren sermaye sahibi bu yeni ilişkinden memnuniyet duyarken, 'işini bilir/tecrübeli para kaynağı'na kavuşan uygun siyasetçi de siyaseti artık daha acımasızca finanse edebilmenin tadını yaşıyor!..
Bu dönemler, 'siyaset' kurumuyla 'para' arasındaki ilişkiyi düzenleyecek bir nevi 'çöpçatanlar' doğuruyor… Bu 'ara sınıf' kriz yönetiyor… Eğer kriz yoksa suni kriz çıkarıyor ve o krizi yönetiyor… Buradan payına düşeni alıyor… Daha alt düzey ortaklara, yani partizan miniklere de 'ağlar toplanırken denize düşen balıkları kapan martı' hissesi kalıyor… Onlarca yılın döngüsü budur…
***
Bizler kendimizi düzeltmedikçe, toplum bu anlamda tavır geliştirmedikçe, Lenin'in 'iktidar kollayan alçakları' hep var olacaklar ve hep kârlı çıkacaklar… Eskiyle iyi götürdüğü gibi yeniyle de iyi götürecekler… Gücün etrafını saracaklar, sağdıkça sağacaklar… Kamunun bereketli otlakları üzerinde semirmeye alışkın 'sağmal düzen'in yeni gözdeleri, samimi, idealist, temiz insanların emek ve alın terinin üzerine yine bağdaş kuracaklar…
Siyasete aklımızın erdiğinden beri çarkların böyle işlediğini görüyoruz maalesef… Siyasetin rengi, türü ve biçimi ne olursa olsun, altını olan kuralı koyuyor!.. 80'ler, 90'lar, 2000'ler hep böyle olmadı mı? Yolsuzlar değişmedi, sadece ortaklar değişti!..
Mesele, partinin, siyasetin veya siyasetçinin değişmesi değil, bizim değişmemiz… Daha doğrusu değişmememiz…
"Kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin. Eliyle değiştiremezse diliyle değiştirsin. Diliyle de değiştirmeye gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin ki bu imanın en zayıf derecesidir" emrinin muhatabıyız…
O halde… Haksızlık, kendi partimizden, kendi klanımızdan, kendi inanç grubumuzdan geldiğinde korkmadan, 'kınayanların kınamasına aldırmadan', elle, olmazsa dille müdahale edebiliyor muyuz? Yoksa kalbimizi bile esirgeyip, - o ideoloji bu ideoloji, o parti bu parti fark etmez- 'bizden' olana adi kılıflar mı buluyoruz?
Halbuki, sosyal çürümenin durdurulması ve millî varlığın sağlıklı devamı için bu türden düzenlere çomak sokmaktan korkmamalıyız… Kimlerin menfaat dişlileri kırılacaksa varsın kırılsın… Rahmetli Dündar Taşer'in dediği gibi: "Dünya barışını dünya nimetlerini paylaşanlar düşünsün…"
'Alçaklar'ın her dönem korunduğu ve daha da serpildiği, iktidarlar değişirken onların her yeni gelenin etrafını sardığı ve iş birliğine girebildiği düzenler, seçimlerle değişmez, ancak biz değişince değişir…
Kaybedecek çok şeyi olanlar korksun… Cesur olup, "Eceli gelmeyene ok değmez" sözünün sahibi Yusuf Has Hacib'e kulak vermek yeter!..