BU YAZIYI SAKIN OKUMAYIN VE DE PAYLAŞMAYIN!
NE GEREĞİ VAR, KEYFİNİZ KAÇMASIN, YAŞAMANIZA BAKIN!
Burada yazılan Y.unan vahşetini, savunmasız masum insanlarımıza karşı yapılan hakaret, tecâvüz ve zulümleri önce Erdoğan, sonra diğer partilerin Genel Başkanları, daha sonra ise TBMM’de ki 600 kişi okuyacaklar ve de okumaya mecburlar, çünkü milletçe kendilerine emrediyoruz. Allah'tan sonra iki emrediciden biri doğrular, diğer ise millettir!
Evet yukarıda söylediğim gibi başta Sn. Erdoğan olmak üzere tüm siyâsi partilerin Genel Başkanları ve 600 Milletvekili bu yazıyı okuduktan sonra, o akşam evlerine gittiklerinde gecenin ıssız bir vaktini bekleyip bir odaya çekilerek başlarını iki diz kapaklarının üzerine koyup; basit ve kısır siyâsi çekişmelerini, attıkları ikbâl taklalarını, devletimizin iç ve dış tehditlerle ne denli bir tehlike altında olduğunu, milletimize nasıl kıydıklarını, çocuklarımız açlıktan okullarda bayılırken hazinenin ve milli varlıklarımızın sayelerinde nasıl yağmalandığını, fuhşun ve uyuşturucunun cemiyeti ve âile yapısını nasıl çürüttüğünü, KARL MARKS'ın bile İslâm'a veremediği zararı nasıl verdiklerini düşünüp kendilerini bir vicdan muhasebesinden geçirdikten sonra, kendi kendilerine ‘’Bizler bu halimizle meğerse milletin sinesinde yük, sırtında kambur, beyninde ıstırap veren habis bir ur gibiymişiz, hatta devletin bekası, milletin huzur ve güveni için en büyük tehdit unsuru bizlermişiz de bundan bihabermişiz’’ diyerek, yaptıklarından, verdikleri zararlardan ve yüklü günahlarından dolayı tövbe edip nedamet duymalarını, hatta BELH SULTANI İBRAHİM ETHEM gibi saraylarını ve koltuklarını terk edip ıssız dağlarda af için Allah'a yalvarmalarını bekliyoruz.
Sayelerinizde Türk milletini geçmişte yaşadığımız Y.unan vahşetinin benzerleri, hatta daha bin beterleri bekliyor ve siz bu vahşetlerin tekrar yaşanması için öylesine büyük bir gayretin içindesiniz ki Allah, sevdiği Türk milletini en kısa zamanda sizlerden kurtarsın inşallah.
Bu yazıyı yazarken aklıma;
Afyon'da Yunan açılımı yaparak, İstiklâl Savaşı'nda Anadolu'yu kan gölüne çeviren işgâlci Y.unan askerlerini şehit ilân ederek onlar için anıt yaptıracağını söyleyen eski AKP’Lİ BELEDİYE BAŞKANI geldi.
Y.UNAN VAHŞETİ.
İlk toplu katliam Aydın'da yaşandı.
İnsanları câmiye topladılar, ateşe verdiler, 106 kişi diri diri yanarak can verdi, pencerelerin demirlerine yapışmış çocuk elleri vardı…
Son nefesini verene kadar tecâvüz edilen kadınlar vardı…
Yaşadıkları vahşet nedeniyle aklını yitiren kız çocukları vardı…
Kocalarının gözleri önünde tecâvüz edilen çaresiz kadınlar vardı…
Hanımlarının önünde erkeklik uzuvları kesilen ve kendi erkeklik uzuvları ağızlarına sokulan erkekler vardı…
Baba ve annelerinin yanında ırzlarına geçildikten sonra elleri bileklerinden kesilip cinsel organına sokulan 10 yaşında kızlar vardı…
Üç yıl iki ay sürecek işgâl kabusu, işte böyle başlamıştı. (İlçe ve köy isimlerini özellikle vermiyorum. Ama, devletin arşivlerinde ve Türk Tarih Kurumu'nun belgeli kitaplarında hepsinin tek tek listesi var.
O dönemin üzerinde 14 yıl çalıştım, bu yazıda gözlerinize inanamayarak okuyacaklarınızın fotoğrafları bile var.
Kadınları çırılçıplak sokaklarda gezdiriyorlardı…
Süngüyle öldürülenler arasında altı aylık bebekler vardı…
Bebelerini emzirmesinler diye meme uçları kesilmiş anneler vardı…
Bebeleri damlardan atıp, aşağıda süngüyle tutuyorlardı, gözleri oyulmuş dört aylık yavrular vardı...
Annesinin kucağından alınarak canlı canlı kuyulara atılmış yedi aylık bebekler vardı…
Ezan okumasın diye dili kesilen müezzin vardı...
Namaz kıldıramasınlar diye diz kapakları oyulan Hocalar vardı...
Kulakları, burunları kesilen, ağaçlara asılan insanlarımız vardı…
Menderes Nehri günlerce ceset aktı…
Kafaları kesip sırıkların üstüne oturtuyor, yol kenarlarına bırakıyorlardı…
Kur'anlar tekmeleniyor tekmeleniyordu...
Köy meydanında pisliyor, KIÇLARINI KURAN'I KERİM SAYFALARIYLA SİLİYORLARDI…
Tahrip Taburları vardı, görevleri savaşmak değildi, imha etmekti, kendilerine gururla lakap takmışlardı, “ŞEYTAN TABURU” diyorlardı…
Gaz yağı ve dinamit taşıyan kamyonları vardı...
Türk köylerini ateşe veriyorlardı, tulumba kullanıyorlardı ki çıkardıkları yangınların daha çabuk büyümesi için, gaz yağını bu tulumbalarla döküyorlardı...
Câmileri sadece yakmıyor, zevk için dinamitle havaya uçuruyorlardı, özellikle câmiye götürülüp tecavüz edilen kadınlar vardı…
Uşak'ı yaktılar…
Eskişehir'i yaktılar…
Kütahya'yı yaktılar…
Kuvayı Milliye, memleketi köy köy geri alırken, ağaç kovuklarında günlerce aç kalmış, titreyerek sayıklayan minicik çocuklar buluyordu. Maalesef, oracıkta hayatını kaybetmiş çocuklar da bulunuyordu…
"Bir bahçeye giremezsen, durup seyran eyleme.
Bir gönül yapamazsan, yıkıp viran eyleme" diyen Yunus Emre'nin türbesini imha ettiler. Ömrü boyunca insan sevgisini anlatan o güzel insanın 600 yıl önce toprağa verildiği kabrini dinamitle havaya uçurdular, gaz döküp, toprağını bile yaktılar…
Bilecik'i adeta haritadan sildiler…
Köylerde canlı kedi bile bırakmamaışlardı…
İnsanlarımızın ölü bedenlerini bile ateşe veriyorlardı…
Ertuğrul Gazi Türbesi'ni moloz yığını haline getirdiler, kabre dışkılarını yaptılar, idrarlarını döktüler…
Bursa'da, taşa vura vura öldürülmüş bir yaşında bebekler vardı…
Karınları kasaturayla boydan boya yarılmış yedi yaşında çocuklar vardı…
Cansız bedenleri tamamen çırılçıplak soyulmuş kadınlar vardı…
Günlerce tecâvüzden sonra akıllarını yitirip yollara düşen analar vardı...
Uluslararası soruşturma raporundan sadece bir cümle:
“Ağızlarına mavzer sıkarak öldürmüşler, kundaktaki bebeklerin kasaturalarla gözlerini oymuşlar ve alınlarına bıçakla HAÇ çizmişler, kutsal kitaplarının üstüne tuvaletlerini yapmışlar....”
Köyün ismi bizde kalsın.
Şadiye, Hamide, Veliye, Macide, anneyle üç kızına tecavüz edip öldürdüler, anne 45 yaşında, kızları ise 12, 15 ve 20 yaşındaydı…
Bursa hapishanesindeki tüm gayri Müslüm mahkumları serbest bıraktılar, sonra da içindeki Türk mahkumlarla birlikte hapishaneyi ateşe verdiler…
Çanakkale'de şehitliklerimize dışkıladılar…
Kuran'ı Kerimleri parçalıyor, sayfa sayfa helâ çukurlarına atıyorlardı…
İnsanlarımız o sayfaları çıkarıyor, yıkıyor, ağlaya ağlaya toprağa gömüyordu…
Uşak'ta binden fazla insanımızı süngüyle öldürdüler...
İnsanları acımasızca üst üste diri diri kuyulara attılar...
Aydın'da, tek bir kuyudan çoğunluğu çocuk ve kadın 57 insanımızın naaşı çıkarıldı…
Erkekleri köy meydanındaki çınar ağacına ayaklarından astılar ve kafa üstü durumda kurşuna dizdiler, insanlarımızın cansız bedenleri kurda kuşa yem oldu…
İngiltere konsolosu İzmir'de yaşananları Londra'ya gönderdiği raporunda yazdı:
“Yunan vahşeti korkunç, insanları câmilere toplayarak yakıyorlar. Kadın, kız, yaşlı çocuk demeden nerede yakalarlarsa önce tecâvüz edip sonra vahşice öldürüyorlar’’
İnsanların eline kürek veriyor, kendi mezarlarını kazdırıyorlardı, sonra da süngüleyerek o mezarlara ittiriyorlardı...
İzmir'de tanık anlatımları var, çocukların kafasına benzine bulanmış çaput bağlıyor, tutuşturuyor, çığlık çığlığa koşturarak, çırpınarak ölümlerini seyrediyorlardı…
Manisa'yı yaktılar.
18.000 binadan sadece 500'ü kaldı…
Gazeteci Falih Rıfkı gözlemlerini şöyle not almıştı:
“Hiçbir kasaba Alaşehir kadar öldürülmemiştir, tutabildikleri kadar kestiler, şu anki manzarasının öylesine bir boşluğu var ki, insana sanki asırlardan beri buraya kimse uğramamış gibi geliyor.”
Yakup Kadri'nin gözlemleri şöyleydi:
“Hendekler çürümüş ceset dolu, kokmuş cesetler yüzünden teneffüs bile edemiyoruz.”
Ruşen Eşref ise, o muhteşem kalemiyle şahit olduğu insanlık trajedilerini şöyle tasvir etmişti:
“Aman Yarabbi… Başı yemenimsi bir şeyle şöylecene örtülü, saç örgüleri omuzlarına dökük, göğsü bağrı açık saçık; erkek, namahrem görmeden, sokak sokak yalınayak koşar gibi dolaşarak, her kucağa eğilip ‘Adilem, Adilem' diye seslenen, sonra durup cevap alacakmış gibi etrafı dinleyen, sonra yine ‘Adilem, Adilem' diye arana döğüne başka bir köşeye, başka bir yola seğirten o Ananın sesi kulaklarımdan hiç gitmeyecek.”
‘’Keşke Yunan kazansaydı’’ diyen o tarihçi bozuntusunu hastalığında ziyâret eden zat! Size soruyorum;
Bu yazıyı daha önce okumuş olsaydınız, ‘’Keşke Yunan kazansaydı’’ diyen O’ kişiyi yine de ziyârete gider miydiniz?
Burada anlatılan vahşet olayları Yılmaz Özdil'in derlemesindendir.