TBMM Bütçe Plan Komisyonu’nda garip kararlar alınıyor. Bunlardan biri
Diyanet İşleri Başkanlığı’na 15 bin kadro verilmesi..
Bir taraftan İMF’ye devlet personelinin azaltılması için taahhütte
bulunuyor, diğer taraftan 15 bin yeni kadro ihdas ediyorlar!
Kadroların kullanılmayacağını açıklıyorlar ama, işin içinde gizli bir
plan olduğu meydanda...
Biz 19 Aralık 2002 tarihli yazımızda, Diyanet ile ilgili bir operasyon
hazırlığı olduğu yolunda Los Angeles Times gazetesinde çıkan bir yoruma
yer vermiştik...
Los Angeles Times’ta yazan Amir Tahiri, “AKP’ye muhalif olanların,
Erdoğan ve Gül’ün şeytani bir oyunla, radikal İslamcılığın karşısına
yıllar içinde dikilmiş barikatları yıkmak amacıyla Avrupa kartını
kullandıkları iddiaları”na dikkat çekmişti...
Tahiri, Erdoğan ve Gül’ün laiklik veya Avrupacılık anlayışlarının,
devletin, dini, tamamen cemaatlere bırakmasına dayalı olduğunu belirtmiş ve bunun da Diyanet İşleri Başkanlığı’nın milyarlarca dolarlık
servetinin bir siyasi parti tarafından kontrolü anlamına geleceğini,
dolayısıyla Türkiye’de çok partili demokrasinin ortadan kalkabileceğini
yazmıştı...
Tahiri, şöyle diyordu:
“Diyanet İşleri’nin feshedilmesi, çok büyük oranda malvarlığının özel
dini gruplara devredilmesi anlamına gelecektir.
Bu gruplar, devletin çıkarlarını gözetmeksizin, İslamiyeti diledikleri
gibi yorumlayabilir, tanıtabilir ve kullanabilir. Cami, türbe, vakıf
gibi kutsal yer ve işyerlerinin kontrolünü devletten söküp alması
halinde, parti, fiilen ülkedeki hemen her köy ve kasabada güçlü ve
kalıcı bir mevcudiyet temin etmiş olacaktır.
Parti, binlerce militanını nüfuzlu ve gelir getiren mevkilere
atayabilir, tüm camileri kontrol edebilir.
Bu durumda parti, atadığı insanlar vasıtasıyla camileri ve dini sistemi
kullanarak, yıllarca iktidarda kalmasını sağlayacak şekilde, yeterli
sayıda seçmeni kontrolü altına alabilir.” Amir Tahiri’nin analizi, kendi
dilek ve temennilerinin sonucu mudur bilemiyoruz ama, değerlendirmenin
önemi açıkça görülüyor...
“Diyaneti kaldırmak istiyorlarsa neden 15 bin kadro kursunlar?” sorusu
akla geliyor ama, bu kadroları “yatay geçiş” için kullanacaklarına dair
yorumlar var...
Alman yazarlar ise Müslüman Türkiye’nin AB’ye girişine Almanya’nın
çıkarları açısından baktıklarını gizlemiyordu...
Wirtschafs-Woche dergisi Genel Yayın Yönetmeni Stefan Baron, 11
Aralık’ta yayınlanan yazısında Türkiye’nin AB’de neden yeri olmadığını
anlatıyordu:
“AB için Türkiye’nin AB üyeliğine evet demek ‘Birleşmis Avrupa
Devletleri’ rüyasına güle güle demektir. Bu bir Alman rüyası idi.
Alman Markı’ndan boşu boşuna vazgeçilmiş, gençliğimizin politik gelecek
vizyonları bu surette çalınmış olacak. Daha kötüsü bu karar Avrupa
Birliğinin intiharı olacaktır. Hem de radikal-islam terörünün getireceği
ölüm korkusundan korkarak daha önce intihar etmek olacaktır.
2050 senesinde AB’de 100 milyon Türk, bunun karşısında sadece 70 milyon
Alman ki bu Almanlar’ın 10 milyonu da Türk kökenli Alman olacak; 60
milyon Fransız kalacak...
AB’yi kuran ecdadımız acaba böyle bir AB mi düşünmüşlerdi, böyle bir AB
rüyası mı görmüşlerdi? Tanrı, radikal İslam’dan bizi korusun, AB
almaktansa, bütün gücümüzle Türkiye’nin İslam Dünyası’nın lideri olması
için onlara yardım etmeliyiz...”
İlginç, değil mi?
ABD’nin beyin takımından eski CIA istasyon şefi Graham Fuller, daha
birkaç gün önce, Türkiye’nin İslam’ı iktidarın içine alarak bir tehdit
olmaktan çıkardığı yolunda sözler söylüyordu...
Tabii ABD’nin Anglo Sakson-Yahudi algılamasında bağımsız bir İslam gücü
her zaman tehdittir!
İslamın kendileri açısından tehdit olmaktan çıkması için ılımlı hale
getirilmesi gerekiyordu.
Bunu yaptılar, yetmedi, bir de “Kukla İslam modeli” ürettiler ve
Türkiye’yi bütün kurum ve kuruluşları, ekonomisi, kültürü, medyası ve
siyaseti ile teslim almaya başladılar...
Bizim yapmamız gereken, şu andaki yönetimin, Amerikancı- Batıcı, hatta
Yahudi güdümlü bir “Kukla İslam dünyası” modeline teslim olduğu
gerçeğini Türk halkına iyi anlatmaktır...