En büyük 10 şirket 100 ülkeden güçlü!

Bugün dünyanın en büyük 100 ekonomik gücünün yarısı
şirketlerdir. En büyük 10 şirketin toplam satışları, en küçük 100
ülkenin toplam gayri safi milli hasılasından daha fazladır.

Cenova'daki G-8 Zirvesi, küreselleşme tartışmalarını da birlikte
getirdi. Küreselleşme konusunda dünyaca ünlü iki araştırma var.
Bunlardan biri David C. Korten tarafından yazılmış "When
Corporations Rules the World" başlıklı eser...

Araştırmaya göre, dünyanın en büyük şirketleri tarafından kontrol
edilen aktif bir propaganda mekanizması, sürekli olarak, refah ve
mutluluğa uzanan yolun tüketimden geçtiğini, devletin piyasalara
müdahalesinin mutsuzluğun ve acının sebebi olduğunu ve ekonomik
küreselleşmenin hem tarihsel sürecin kaçınılmaz bir sonucu, hem de
insanlık için bir lütuf olduğunu telkin etmektedir: "Şirket
liberalcilerine göre merkezi ekonomiler başarısız ve halkın
zararınadır. Oysa, bugün dünyanın en büyük 100 ekonomik
gücünün yarısı şirketlerdir. En büyük 10 şirketin toplam satışları, en
küçük 100 ülkenin toplam gayri safi milli hasılasından daha fazladır.
Dünyanın en büyük 500 endüstri şirketi, dünya ekonomisinin
toplam üretiminin yüzde 25'ini oluşturmaktadır. Dünyanın en büyük
ticari bankaları ve değişik finans firmalarının oluşturduğu 50
kuruluşluk bir grup, dünyanın 20 trilyon dolarlık üretici
sermayesinin yüzde 60'ını elinde tutmaktadır. Açıkça görülüyor ki,
küresel eğilim piyasasının kontrolü ve üretici sermayenin giderek
daha az elde toplanması şeklindedir. Bugün başarılı şirketlerin
ekonomideki kontrolü, eskinin komünist Rusya'sında Moskova'nın
elde edebilmiş olduğu kontrolden çok daha fazladır."

Korten, Abraham Lincoln'un öldürülmeden önce bu gidişatı
gördüğünü ve şöyle dediğini bildiriyor: "Şirketler taçlandırılmış
bulunuyor. Yüksek koltuklarda bir çürümüşlük dönemi bunu takip
edecek ve paranın gücü halkın aleyhine çalışarak hakimiyetini
genişletecek... Para sadece birkaç elde toplanıncaya kadar..
Ondan sonra cumhuriyet bitmiş demektir..."

Korten, daha sonraki Amerikan başkanlarından Hayes'in şu
sözünü eklemeyi de unutmamış:

"Bu hükümet artık, halkın, halk tarafından ve halk için değildir;
şirketlerin, şirketler tarafından ve şirketler içindir."

Korten, "Serbest piyasanın yeşermesi, demokrasinin yeşermesidir"
şeklinde sürekli tekrarlanan illüzyonist propagandayı da çok basit
bir şekilde çürütüyor: o "Politik demokraside her birey bir oy
hakkına sahiptir. Piyasada ise bir dolar bir oy demektir ve siz dolar
sahibi olduğunuz kadar oy sahibisiniz demektir. Dolar yoksa oy da
yok. Piyasa doğası gereği zengin bireyler lehine temellenmiştir.
Piyasa serbestleştikçe ve küreselleştikçe, yönetme gücü gittikçe
daha fazla oranda milli hükümetlerden küresel şirketlere
geçmektedir ve o şirketlerin çıkarları, gittikçe halkın çıkarlarından
daha fazla uzaklaşmaktadır.

Çağdaş şirketler gittikçe kendini oluşturan bireylerden bile ayrı bir
varlık olarak gelişmektedir. Onların kazandığı özgür kurumsal güç,
bireylerden ve mekandan soyutlandıkça, şirket çıkarları insan
çıkarlarından farklılaşmaktadır. Durum neredeyse uzaylıların
dünyayı istila ederek sömürgeleştirmesi ve insanları çaresiz işçiler
haline dönüştürmesi gibidir."

"Piyasanın serbestliği, paranın serbestliği demektir ve haklar
bireyselliğin değil de varlığın bir fonksiyonu olduğunda, o zaman
sadece varlık sahipleri hak sahibi demektir. Bugün 358 kişi
dünyanın en fakir 2.5 milyar kişisi ile aynı mali güce sahip olduğuna
göre, piyasanın adaletli ve verimli bir performans göstermesi
beklenemez. Modern kölelik başlamıştır..."

"Şirketler bugün milliyetsizlik ile övünüyor. Bunu takip eden dönem
ise çokulusluluk da bırakılacak, hiçbir milli kimliğin bünyede
barındırılmadığı ulus ötesi şirketlere geçilecektir."

"Para politikaları ve merkez bankaları konusunda dünyanın en ileri
gelen uzmanlarından olan Allen Meltzler'in tahminine göre, bir para
birimini spekülatif saldırılardan korumak için dünyanın bütün
merkez bankaları aralarında anlaşsalar, en iyi ihtimalle günde 14
milyar dolar toplayabilirler; para spekülatörleri ise günde 800
milyar dolarlık işlem hacmine sahiptir..."

"ABD'de 170 bin halkla ilişkiler çalışanı kendilerine ödemede
bulunan müşterilerinin lehine haber üretmektedir ve bu rakam
gerçekten haber peşinde koşan gazeteci sayısından 40 bin
fazladır... 1990'da yapılan bir araştırma göstermiştir ki, tipik bir
gazetedeki haberlerin yüzde 40'ı halkla ilişkiler şirketlerinin basın
açıklamalarıdır. Keza Wall Street Journal'da yer alan haberlerin
yarısından fazlası basın açıklamasıdır...

"Bugünkü ekonomik küreselleşmenin oluşumunda rol oynayan
başlıca üç forum vardır. Bunlar Dış İlişkiler Konseyi 'Council of
Foreign Relations', Bilderberg ve Üçlü Komisyon'dur... IMF ve
Dünya Bankası ise düşük gelirli ülkelerin küresel sisteme
bağımlılıklarının artmasını ve dolayısıyla ekonomilerini şirketlerin
sömürgeciliğine açmalarını sağlamaktadır. Borçlu ülkelerin büyük
çoğunluğu var olan dış borçlarını yeni dış krediler alarak
ödemektedir. Daha fazla borç aldıkça, dışarıya bağımlılık daha da
artmaktadır ve bütün çabalar ekonomik gelişmenin nasıl
sağlanacağı konusunda harcanacağı yerde, nasıl daha fazla borç
alınabileceğine yöneltilmektedir. Belli bir süre sonra, durum
uyuşturucu bağımlılığı gibi olur..."

* "Dünya Bankası'nı yönetici bir kurum olarak algılamak
zorunludur. Çünkü o finansal yaptırım gücünü kullanarak, borçlu bir
ülkenin hukuki hayatının tümden değiştirebilmekte ve hatta anayasal
yapısında da değişiklikler yapabilmektedir." (Türkiye'de uluslar
arası tahkim hukuku, Dünya Bankası ve IMF Başkanları ile ABD
Ticaret Bakanı'nın talepleriyle Anayasa'ya yerleştirilmiş, bu da
yetmemiş, daha sonra "geriye dönük tahkim" de kabul edilmiştir.)

"Dünya Ticaret Örgütü ise mal ve sermayenin serbest hareketinin
önündeki bütün engelleri kaldırmak için, zorlayıcı kanunlarıyla,
bağımsız bir hukuki kimliğe sahip olarak kuruldu. Dünyanın en
büyük şirketlerinin çıkarları, şimdi artık yasama ve yürütme güçleri
olan küresel bir teşkilat tarafından, demokratik hükümetler ve
onların sorumlu olduğu halklara karşı temsil ediliyordu... Ayrıca bu
teşkilat yargı erkiyle de donatılıyordu... Dünya Ticaret Örgütü çatısı
altında seçilmemiş bir ticaret temsilcileri grubu, dünyanın en yüksek
mahkemesi ve en güçlü yasama kurumu haline gelmektedir..."

Asıl küreselleşen rantiye
ekonomisi

IMF menüsü, 100'den fazla borçlu ülkede aynı bütçe disiplini,
devalüasyon, ticaretin liberalizasyonu ve özelleştirme ile eşzamanlı
olarak uygulanıyor, ulusal ekonomiler imha ediliyor...

Küreselleşme tartışmalarını anlayabilmek için özellikle Michel
Chossudovsky'nin araştırmalarını gözden geçirmek gerek. Michel
Chossudovsky, "Yoksulluğun küreselleşmesi" adlı eserinde, küresel
ekonominin toplam 750 kuruluş tarafından kontrol edildiğini ve
ulusal devlet kurumlarını etkisizleştiren bir uluslar arası alacak
tahsilatı sürecine bağlandığını, ucuz emek ekonomisi ile dünya
nüfusunun çoğunluğunun yoksullaştığını, küresel şirketlerin yeni
tüketici pazarları bulabilmek için ulusal ekonomileri parçaladığını,
toprak ve devlet mülkiyetlerinin uluslar arası sermaye tarafından
devralınmakta olduğunu, küresel girişimin dev şirketleri
evlendirirken küçük ve orta ölçekli işletmeleri yok ettiğini veya bir
küresel dağıtıcının ağına dahil edildiğini, küçük ölçekli bireysel
mülkiyetin silinmekte olduğunu, ancak kamu açıkları sebebiyle,
küresel mali sistemin de tehlikeli bir kavşağa geldiğini söylüyor...

Merkez bankalarının, bağımsızlık adı altında küresel sermayenin
idaresine geçtiğini, ortaya tek biçimli bir siyasal ideolojinin çıktığını,
"uzlaşma"nın temel slogan olduğunu ve siyasi yelpazenin tümünü
kucakladığını, küresel piyasa sisteminin, ulusal ekonominin sonuna
işaret ettiğini, dünyanın her yerinde ayrıcalıklı toplumsal azınlıkların
büyük miktarda servetler biriktirdiğini belirten Chossudovsky, IMF
menüsünün 100'den fazla borçlu ülkede aynı bütçe disiplini,
devalüasyon, ticaretin liberalizasyonu ve özelleştirme ile eşzamanlı
olarak uygulandığını, böylelikle dünya nüfusunun yüzde 80'inden
fazlasının geçiminin Washington merkezli uluslar arası bürokrasiye
emanet edildiğini, ulusal ekonomilerin imha edildiğini, üçüncü dünya
entelektüellerinin giderek daha büyük bir bölümünün neo-liberal
paradigmayı destekleme görevi üstlendiğini, bu ideolojik
organizasyonun cömertçe araştırma kurumları adı altında finanse
edildiğini, dünyanın yoksullaşması ile ilgili rakamların, istatistiklerin
saklandığını bildiriyor. Yazar, ülkelerin, kredi açma şartlarıyla
denetlendiğini, uygulanacak politikalara dayalı kredi verme
sisteminin geçerli olduğunu, borçların devamlı artması için özel bir
sistemin uygulandığını, bütün bunların IMF programları, niyet
mektupları ve stand by anlaşmaları ile gerçekleştirildiğini birinci
evrede ekonomik istikrar önlemlerinin dayatıldığını, ulusal paranın
bu önlemlerle ortadan kaldırıldığını, devalüasyonun yurt içinde
fiyatların dolarizasyonunu tetiklediğini, ücretlerin enflasyondan
bağımsızlaştırıldığını, ücret artışlarının enflasyonu körüklediği
gerekçisinin bu sırada kullanıldığını, merkez bankasının siyasal
iktidardan bağımsızlığının sağlanarak paranın IMF kontrolüne
alındığını, IMF'in merkez bankasının o ülkenin meclisi karşısında da
bağımsız olmasını talep ettiğini, merkez bankalarının yöneticilerinin
bir defa atandıktan sonra onların sadece uluslar arası finans
kurumlarına bağlı çalıştıklarını, merkez bankası başkanlarının dolara
endeksli ek maaş almalarının sağlandığını, kamu çalışanlarının işten
atılmasının ve sosyal programlarda kesintiye gidilmesinin Bretton
Woods kuruluşları tarafından dayatıldığını, devlet yatırımlarının
çöküşünün planlandığını, yeni yatırımlara izin verilmediğini, fiyatların
serbest bırakıldığını, devlet girişimlerinin yağmalanması
operasyonuna geçildiğini, vergi reformu ile düşük ve orta gelirli
kesimlerin daha fazla bir vergi yüküne muhatap edildiğini,
bankacılık sisteminin kuralsızlaştırıldığını, sermaye hareketlerinin
serbestleştirildiğini, yasa dışı faaliyetlerden elde edilen kirli paraların
borç servisi için yeniden çevrime sokulduğunu, bu dönemde
yoksulluğun biraz hafifletildiğini ve geçici bir ferahlama sağlandığını,
ancak bu politikalar sonucunda yoksulluğun büyüdüğünü, bulaşıcı
hastalıkların yeniden canlandığını söylüyor...

Küresel ucuz-emek ekonomisinin ucuz emekle beslendiğini,
ücretlerin arttığı ülkeden sermayenin kaçışının sağlandığını, böylece
işsizliğin arttığını, fabrikaların kapanarak sanayiinin gelişmekte olan
ülkelere kaydırıldığını, rantiye ekonomisinin de küreselleştiğini, artı
değerlerin üretici olmayanlar tarafından ele geçirildiğini, emeğin
dolaşımının önlendiğini inceleyen yazar, ülkeler bazında da IMF
politikaları hakkında örnekler veriyor. Somali'de gıda tarımının
imha edildiğini, hayvancılığa dayalı ekonominin çökertildiğini,
devletin imha edildiğini, Ruanda'daki katliamların IMF politikaları
sonucu başlayan derin bir ekonomik krizin alevlenmesinin ardından
çıktığını, Hindistan'da, Bangladeş'te, Vietnam'da iç ticaret
kanallarının tıkandığını, yerli üreticilerin kendi pazarlarından
dışlandığını, kıtlığın başladığını, çocukların kötü beslendiğini,
çiftçilerin arazilerinin ellerinden alındığını, sağlık sistemlerinin
çökertildiğini, Arjantin ve Brezilya'ya büyük bir borçlanma
oyununun uygulandığını, IMF korumasındaki reformların tüm halkın
yoksullaşmasına yol açtığını, Peru'da, Bolivya'da aynı oyunun
uygulandığını, Rusya'da devlet mülkiyetinin iyi bir fiyata kapatıldığını
ve ülkenin tahıl alımları için ABD'nin kredilerine muhtaç edildiğini,
Yugoslavya'nın bu plan dahilinde parçalandığını ve
Bosna-Hersek'in yeniden sömürgeleştirildiğini, tüm dünyada
insanların başka çözüm olmadığına inandırıldığını belirtiyor...

YORUM EKLE