Suriyelilerden sonra “ABD’nin Afganlılarının” yükünü taşımak gibi devasa bir sorunla karşı karşıyayız.
5 yıl önce, birilerinin Türkiye’ye 15 Temmuz ihanetini yaşatmasına sadece 13 gün varken; Erdoğan, Kilis’te “ülkemize ve milletimize sığınan” Suriyelilere teşekkür edip onlara vatandaşlık müjdesi verdiğinde, o vakitler henüz AKP’ye ortak olmayan MHP’nin Lideri Devlet Bahçeli, kimlerin Türk vatandaşlığına nasıl alınacağının kanunlarla belirlendiğini hatırlatıp, Erdoğan’a şöyle tepki göstermişti:
“Vatandaşlıkla ilgili işler Cumhurbaşkanı’nın yetkisi dahilinde değildir… Biz Suriye’deki iç savaş şartlarından dolayı ülkemize sığınanlara elbette gönlümüzü açalım, ekmeğimizi paylaşalım, Türk milletinin cömertliğini ve alicenaplığını gösterelim… Ancak Suriyelilerin Türk vatandaşlığına alınmaları konusunu siyasi dürtü ve oy hesabıyla gündeme getirmek bir defa sorumsuzluktur. Kendi vatanlarını bırakıp gelenlere, bir kalemde Türk vatandaşlığı payesi vermek, ortak vatandan bahsetmek, eğer düşüncesizlik değilse, telafisi imkânsız bir şuursuzluktur. Madem Suriyelilere verilecek TOKİ konutları var idiyse, bu milletin asil evlatlarından bu zamana kadar niçin esirgenmiştir?… Sayın Erdoğan’a tavsiyem, önce kendi vatandaşlarımızın ibretlik ve hazin hallerine bakmasıdır… Türk vatandaşlığı Cumhurbaşkanı’nın keyfine bırakılmış, aklının estiği gibi lütfedeceği bir unvan değildir. Siyasi düşünce ve parti rozeti farklılığına bakmadan vatanını ve milletini seven herkesi Türk vatandaşlığı konusunda demokratik itirazını göstermeye çağırıyorum.”
MHP Lideri, şu uyarılarda da bulunmuştu:
“Son vatanımızı etnik yığınlara teslim edip Türklüğün belini kırmayı aklından geçiren kim varsa, tavsiyem ayağını denk almasıdır. Çünkü MHP buna izin vermeyecektir… Misak-ı Milli sınırları içinde, üniter yapıda milli devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünme teşebbüslerine, vatandaşlık hakkının peşkeş çekilmesine bedeli ne olursa olsun sonuna kadar karşı çıkacağız, duruşumuzu da hiç bozmayacağız.”
Bahçeli bu konudaki duruşunu bozmamış olacak ki, geçtiğimiz 31 Temmuz’da gerek Suriyeliler gerekse Afganlar konusunda, “Biz ilkesel olarak ülkemizde geçici statüde bulunan yabancı ülke vatandaşlarının, güvenli ve huzurlu şekilde tekrar kendi ülkelerine gönderilmesinden yanayız.” dedikten sonra şunları söyledi:
“Bayram münasebetiyle kendi ülkelerine gidebilenlerin, bu gidişlerinde sorun yaşamayanların geri dönüşlerine de lüzum yoktur. Ülke olarak demografik istikbalimizi düşünmek zorundayız. Nüfus istiklalimizi korumak mecburiyetindeyiz. Önümüzdeki 50 yıl, 100 yıl için demografik bir projeksiyon hazırlanmalıdır. Gelecekte nüfusun bileşenleri nasıl olacak? Anadolu coğrafyasındaki demografik dağılımın içeriği nasıl şekillenecek? Suriyeliler bize emanettir. Buna diyeceğim bir şey yoktur. Ama ilanihaye burada kalmaları mümkün değildir… Bir yanda ülkesi için canını ortaya koyanlar varken, diğer yanda sığındığı ülkenin plajlarında keyif sürenler doğal olarak maşeri vicdanda sorgulanmaktadır. Bu çelişki tepki toplamaktadır… Bunları görmek, vatandaşlarımızın sesine kulak vermek durumundayız… Düzensiz göç, adı konmamış bir istiladır, demografik yapımıza kumpastır… Küresel ve bölgesel güçlerin bu düzensiz göçteki parmak izlerini iyi araştırmak gerekmektedir. Tehlike alarm verici düzeydedir.”
Erdoğan’ın Vekili Ve Sesi De Karşı
Cumhur İttifakı’nın MHP kanadının sığınmacılara ilişkin tavrı böyle. Bir de diğer ortak AKP’ye bakalım. Bazı AKP’liler, Suriyelilerin ekonomimize katkısını övse de Afganlılar konusunda bir tedirginlik ve belirsizlik olduğu görülüyor.
ABD’nin Türkiye’yi “istasyon” yapma planı ortaya çıktığında, AKP Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş’un tepkisi şu oldu:
“Afgan göçmenlerin nereye gönderileceğine ilişkin hesap yapan emperyalistler, önce Afganistan’ı on yıllardır süren işgalleriyle ne hale getirdiklerinin hesabını versinler. ABD yönetiminin ülkemizi bir göçmen istasyonu olarak kullanma planını reddediyoruz, kabul edilemez.”
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun da, “Türkiye kimsenin bekleme odası değildir, olmayacaktır. Sınır güvenliğimizi muhafaza etmek için var gücümüzle çalışmaya devam edeceğiz.” dedi.
Dışişleri Bakanlığı ise, “ülkemizin yeni bir göç krizini üstlenecek kapasitesi bulunmadığını” vurguladı.
Peki bu açıklamalardan sadece bir gün sonra Erdoğan neler söyledi? Doğrudan Afganların adını anmasa da şunları:
“Şu anda eğer Türkiye’de 4 milyon ağırlıklı olarak Arap ve Kürt mülteci varsa, onlar bizim korumamız altındaysa, göçmenleri koruması altına alan Türkiye herhalde zayıf bir ülke değil. Güçlü olduğu için bu insanları koruması altına alıyor, alırken de bunu mevcut imkânlarıyla alıyor, finansmanı iyi yönettiği için bunu başarıyor. Bundan sonra da yine finansı iyi yönetmek suretiyle bu tür adımları atacağız ve bundan da hiçbir çekincemiz yok. Çünkü biz güçlü Türkiye’yiz, biz darda kalana elini uzatan, koşan bir Türkiye’yiz.”
“Hangi mevcut imkanlar, hangi finansmanın iyi yönetimi? Her afette vatandaşa IBAN numarası verilmesi, yıllardır AB’den alınamayan 3 milyar Avro’nun peşinden koşulması ve AB’nin şimdi Türkiye’yle yapılan anlaşmaya Afganların da dahil edilmesini isteme cüretinde bulunması mı?” diye sormakla yetinip, son duruma gelelim.
Dün Erdoğan başkanlığındaki Merkez Yürütme Kurulu toplantısından sonra AKP Sözcüsü Ömer Çelik yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:
“Türkiye, hiç kimsenin göçmen kampı değildir. Birileri bu coğrafyaları da toplama kampı gibi düşünmesinler. Tarih boyunca olduğu gibi ölümden kaçan insanlara kucak açan bir milletiz… Ölümden kaçana sahip çıkacaksınız, ama birilerini sandığı gibi burayı bir göçmen kampı gibi değerlendirmek de hiçbir şekilde kabul etmeyeceğimiz bir durumdur. Türkiye, bundan daha fazla bir göç yükü kaldıracak durumda da değildir.”
Bu tablonun adını koyarsak;
Dışişleri -bir anlamda Devlet- AKP ve MHP bir tarafta, Erdoğan öte tarafta durduğuna göre; ciddi bir “kaosun” ayak sesleri duyulmuyor mu?
Müyesser YILDIZ
10 Ağustos 2021
https://muyesseryildiz.com