Avrupa Birliği’nden başka çıkış yolu olmadığını söyleyen işbirlikçiler, o kadar ileri gitmişti ki, “Başka yarın yok” diye kampanya bile düzenleyebilmişlerdi.
Bu kampanya, psikolojik bir operasyondu ve halkı umutsuzluğa sevketmesi bakımından
suçtu...
Şimdilerde, hem düşünce özgürlüğünü savunuyorlar, bunun için Terörle Mücadele
Yasası’nın 8. maddesinin kaldırılmasını alkışlıyorlar, hem de bunu karşısındaki milli seslerin
televizyonlarda konuşturulmamasını, “Tartışma alanlarından kovuldular” diye
değerlendirebiliyorlar...
Yani bölücülük propagandasını serbest bırakmak düşünce özgürlüğüdür onlara göre; milli
birliği savunmak çağdışıdır...
Kim ne derse desin, şu anda dünyanın en gerçekçi çıkış yolu, Avrasya alternatifidir.
Şanghay İşbirliği Örgütü’nün kurulup gelişmesi bir tarafa, OECD kaynaklarına göre;
“2020 yılına kadar Çin, Hindistan, Endonezya, Brezilya, Rusya Federasyonu, Kore ve
Tayland’ dan oluşacak yeni bir 7’ler grubunun Gayri Safi Millî Hâsılası, G-7 ekonomilerini
geçecek, 2010 yılına kadar Çin, Hindistan ve Endonezya ekonomileri, büyüme hızlarını
yüzde 5’in üzerinde gerçekleştirebilirler ise; ABD, AB ve Japonya nüfusları kadar bir nüfus
potansiyeli, yüksek satın alma gücüyle ekonomik sahaya çıkacaktır.” Çin’in 2002’deki
kalkınma hızı ortalama yüzde 8’dir...
ABD, Avrupa ve Japonya ekonomileri ise büyük bir kriz içindedir. Zaten, Türkiye, gerek
Rusya, Çin ve Pakistan, gerek, İran ve Suriye ve gerekse Türk Cumhuriyetleri ile askerî,
teknolojik veya ekonomik anlaşmalar imzalayarak nasıl bir yola girdiğini ortaya
koymaktaydı...
D-8 gibi, Karadeniz Ekonomik Topluluğu gibi destek unsurları da vardır. Kısacası çıkış yolu
vardır ve sadece Türkler’in değil, bütün insanlığın, eşitsizlikten, adaletsizlikten kurtuluşu,
refah ve mutluluğu sağlanabilir.
Tabiî, insanlığın buna inandırılması birinci şarttır. Öteden beri bir mantık oyunu, Türk
kamuoyunda hakim görüş haline getirilmek isteniyor... Deniliyor ki, “Ya Avrupa Birliği ve
Küreselleşme modeli, ya da Saddam modeli... Bu ikisi dışında hiçbir şansımız yok...
Zaten alternatif getiren de yok...” Bu görüşü, AB lobisi gündeme getirmişti... Prof. Dr. Eser
Karakaş’ın, “Ya AB, ya Suriye modeli” diye başlattığı bu düz mantık oyunu, Rahmi Koç ve
Mesut Yılmaz tarafından da aynen savunuldu...
Bu görüşü, kendileri üretmemişti. Görüşün asıl sahibi, Türkiye-AB Karma Parlamento
Komisyonu Eşbaşkanı Daniel Cohn-Bendit idi...
Bendit, Türkiye’nin önünde Barselona ve Bağdat Yolu olmak üzere, iki yol bulunduğunu
belirtmiş ve Türkiye’nin bölgesel ademi merkeziyetçiliği kabul etmek zorunda olduğunu
söylemişti. İşte devamlı tekrarlanan görüşün kaynağı budur...
Bir defa, Kopenhag kriterleri ile “Türksüz bir Anadolu” meydana getirmeye çalışan AB’ye
girmek amacıyla “Başka yarın yok” demek, egemenliğin kayıtsız şartsız “Yeni Roma”ya
devredilmesi için propaganda yapmak demektir. Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye yönelik
baskıları da yeni bir Haçlı Seferi demektir.
Gümrük Birliği, Kopenhag kriterleri, Katılım Ortaklığı Belgesi ve Türkiye’nin bu şartları
kabul ettiği sözde “Ulusal Program” gibi dayatmalar, Türkiye’nin teslim edilmesi anlamını
taşır. AB, yarın değil, köleliktir...
Uluslararası ilişkileri belirleyen birinci etken güçtür ve Türkiye, Kıbrıs ve Ege’deki haklarını
da koruyarak, 230 milyar dolara ulaşan iç ve dış borçlarını tasfiye ederek, yoluna devam
edecektir.
Bu itibarla, ancak Türkler’in yönettiği, kozalardan, bugüne kadar kendilerini kamufle etmiş
azınlıklardan arınmış bir Türkiye, Atatürk’ün yol haritasını takip ederek, bütün dayatmalara
son verebilir ve insanlığa örnek bir sistem geliştirebilir...
Zaten Kazım Mirşan’ın ortaya koyduğu Türkçe’nin 16 bin yılı ile ilgili araştırmalar ve buna
bağlı tarih teorisi, insanlık tarihinin yeniden yazılması sonucunu getirecektir.
Bu da Avrupalı kimliğini temelinden sarsacak bir süreci başlatacaktır.
Çünkü bütün medeniyetlerin kökeninde, Roma, Yunan ve Mısır’dan önce Türkçe’nin ve
Türk medeniyetinin bulunduğu, bilimsel olarak kimsenin reddedemeyeceği bir kesinlikle
kabul edilecektir...
Asıl alternatif Türkiye merkezli yeni bir güç kurmaktır...