Osmanlı devletine Tanzimat fermanını ilan ettiren İngiltere, Baltalimanı Gümrük Birliği
Anlaşması’ndan itibaren, sermayenin ve bütün zenginliklerin, işbirlikçi Rumların eline
geçmesini sağlamıştı...
Rumlar zenginleştikçe, ‘Rum evleri’ güzelleşti...
Öyle ki, medeniyet denilince Rumlar akla gelmeye başladı. Halbuki, ondan önce Türkler,
bugünkünden ileri bir medeniyete ve zenginliğe sahipti...
Trabzon’un Türk eşrafı, yatak odasındaki dolabın kapağını Topkapı Sarayı’nın işlemelerini
yapan ustalara yaptırabiliyordu...
Ruslar, Trabzon’u işgal ettiğinde, Yavuz Sultan Selim’in annesinin mezarına varıncaya
kadar, şehrin Türk damgasını tahrip ettiler...
Mezarlığın yerine sinema yaptırdılar. Trabzon, o bir yıllık işgalde, kültürünü de yitirdi...
Rus ordusundaki Ermeniler ve Rumlar, silahlandırdıkları yerli Hıristiyan unsurlarla halka
zulmetmeye başladı. Şavşat’tan itibaren bütün ahali, Batı’ya göçmeye başladı...
Bir kısmı yollarda, Rus bombardımanlarında, bir kısmı salgın hastalıklarda, bir kısmı da
savaşlarda yok oldu...
Nesil kalmayınca kültür de kalmadı... Şimdiki nesiller, ‘Köyümüzde kilise var, acaba biz
Rum muyuz?’ diye soruyor!
Çünkü, yakın tarihte olup bitenler hakkında hiç bir şey bilmiyor... Kendi dedesinin Osmanlı
tarzı ahşap evi yakılmış, yok edilmiş, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra sağ kalan Türkler,
Hıristiyanlar’ın taş evlerine yerleştirilmişler, dolayısıyla, bu taş evler bugüne kadar kalmış...
Bunu bilmiyor...
Trabzon’da tahrip edilmekle birlikte bugüne kadar ayakta kalan camilerin yapılış tarihleri,
mevcut kiliselerden eskidir... En eski kilisenin yapılış tarihi 1880’dir...
Hıristiyanlar, Tanzimattan sonra zenginleştikçe kilise yaptı. Bunu, tıpkı bugünkü AB uyum
yasaları ve IMF yasalarında bazı şartlar dayatıldığı gibi, o dönemde İngiltere dikte
ettirmişti...
Osmanlı’nın Türkmenler’i dağıtmaya dönük iskan politikası ve Tanzimat da buna yardımcı
olmuştu...
İngilizler, ‘Hıristiyanları dağınık oldukları yerlerden toplayıp bir araya getireceksiniz.
Kiliselerin yanına Rumca eğitim-öğretim veren okullar açacaksınız. Öğretmenler
Yunanistan’dan gelecek.
Mezunlar, Yunanistan’a gönderilecek’ şartlarını koşmuştu... Bunların hepsi yerine getirildi...
Yunanistan’a götürdükleri gençlere, ‘Siz Yunanlısınız, atalarınız Yunanistan’dan geldi’
dediler... 1880’den 1923’e kadar Doğu Karadeniz’de bu politikalar uygulandı...
Meslekleri bile köylere taksim ettiler...
Sonunda bölgedeki bütün Hıristiyanlar kendilerini Yunanlı kabul etmeye başladı...
Hepsinin dili Türkçe idi, 43 yıl uygulanan politikalar sonucunda, Rumca öğrendiler...
Ancak Rumca öğrenen Hıristiyan unsurlar, ırk olarak Türk oldukları için Müslüman halkla
iyi geçinmeye devam etti...
Her Cuma’dan sonra, Müslümanlarla sohbetlere katılanlar, Yunanistan’dan gelen
öğretmenler tarafından uyarılsalar da bu geleneğe devam ettiler...
Hatta, Yunanlı öğretmenlerden birisi, bu duruma öfkelenerek ülkesine döndü...
Şimdi biz, bu gerçekleri bir kenara bırakın; kimseye kemençenin bir Türk çalgısı olduğunu
anlatamıyoruz...
Gerçekten, bütün bu olayları bilmeyen gençler, mübadele sırasında Hristiyan diye
Yunanistan’a gönderilen Türkler’in elinde bir Türk çalgısı olan kemençeyi görünce
şaşırıyor...
Onlara, ‘Bakınız, bazı kültürel ögeler, yüzyıllar geçse de kaybolmaz... Tıpkı kopuzun,
bağlamanın kaybolmadığı gibi’ diyeceğine kemençeyi bir Rum çalgısı zannediyor...
Oysa, bağlamanın atası, Korkut Ata’nın telli kopuzudur...
Kemençenin atası da Korkut Ata’nın yaylı kopuzudur...
Karadeniz kemençesinin aynısına kadim Türk yurdu Buhara’da rastlayabilirsiniz...
Çünkü oralardan gelmektedir...
Konuya devam edeceğiz...