Türkiye'deki ekonomik krizle ilgili olarak"Carnegie Europe" da, "misafir araştırmacı" sıfatıyla Marc Pierini'nin bir değerlendirmesi yayınlandı.
"Türkiye'deki ekonomik krizin otokratik kökenleri" başlıklı ve 14 Ağustos 2018 tarihli yazıda, Pierini şöyle diyor:
"Sahnede, bir rehine papaz, her iki tarafta mal varlıkları dondurulmuş bakanlar, ABD'ye ihraç edilen alüminyum ve çelik için yükseltilen tarifeler, bir Trump tweeti ve ateşli bir Erdoğan konuşması var. Ama bunlar hikâyenin sadece görünen tarafı. Büyük resimde ise Türk ekonomisindeki yapısal sorunları var. Türkiye'nin hem günlük olarak hem de uzun vadeli yabancı yatırım ihtiyacı var. AKP, 2002 sonunda iktidara geldikten sonra, başlangıçta ekonomiyi bu temeller üzerinde oldukça iyi yönetirken, sonradan bunu yapmak Erdoğan'ın otokratik yönetimi ile imkânsız hale geldi. Otokratik ülkeler, bir petrol veya gaz zenginliğine oturduklarında hukukun üstünlüğü onları bağlamayabilir. Suudi Arabistan gibi.. Ancak Türkiye'nin ekonomik açıdan hayatta kalması, ihracata, kısa dönemli fonlamaya, uzun vadeli doğrudan yatırımlara ve kapsamlı dış borçlanmaya dayanmaktadır. Bütün bu ekonomik cankurtaranlar, özellikle Avrupa ve ABD'de uluslararası piyasaların Türkiye ekonomisine olan güvenine dayanmaktadır. Erdoğan, 2014'te Cumhurbaşkanı seçildikten bu yana bu güveni sarsmak için çok şey yaptı ve Türkiye'nin siyasi sistemini liberal demokratik temellerden büyük ölçüde tek kişilik bir yönetime doğru kaydırdı. Erdoğan, uzun yıllar boyunca yüksek faiz oranlarına karşı dururken, İslami bir girişimci sınıfı yaratma arzusuyla kamu ihalelerini bozdu. Zayıf bir parlamento, siyasi etkiye açık bir yargı, uzlaşılmış bir medya ve tüm ülkenin hayali düşmanlarına suçlamalar yapma konusunda sürekli bir eğilime sahip olan Türkiye, uluslararası finansal derecelendirmelerde eksi puan almaya başladı. Sonuç: Türkiye'nin cumhurbaşkanı, ekonomiyi dar ve çıkmaz sokaklara sürükledi. Para ve faiz oranlarına yönelik müdahaleler, ihtiyaç duyulan tedbirlerin yerine geçiyor ve 'ABD'nin ekonomik savaşı'na karşı çıkma söylemleri, ülkeyi daha da sıkmaya yarıyor."
***
Bu yorumdan anlaşılıyor ki uluslararası finans kuruluşları, Ergenekon-Balyoz ile kendi ordusuna operasyon yapan ve açılım politikalarıyla kendi milli birliğine darbe vuran, Kıbrıs'ta Annan planının benimseyen, kısacası ABD ve AB'nin dayatmalarını harfiyen yerine getiren AKP iktidarını paraya boğmuştu.
Ne zaman ki bu politikalardan vazgeçildi, o zaman para muslukları kapatıldı.
Şimdi Türkiye, kendi başının çaresine bakmak zorundadır. Erdoğan, "Alternatifimiz var. Dostlarımız yardım ediyor" diyor ama bu işler öyle kişisel dostlukla yürümez. Burada ülkenin kaderi söz konusu...
***
2007 yılında "ECFR Avrupa" diye bir organizasyon oluşturdu. Konseyde, Türkiye'deki açılım politikasının mimarlarından Martti Ahtisaari ve turuncu devrimler organizatörü George Soros da var. "Gazeteci" Aslı Aydıntaşbaş, konseyin baş danışmanlarından biri.
ECFR Konseyi, kendisini, "ECFR'nin pan-Avrupa kimliğinin en güçlü ve en görünür ifadesidir" diye tanıtıyor.
Konsey'in Türkiye üyeleri ise şu şekilde listelenmiş: Ekim Alptekin, Senem Aydın, Fatih Birol, Ahmet Davutoğlu, Kemal Derviş, Hanzade Doğan Boyner, Ece Güner Toprak, İbrahim Kalın, Ayşe Kadıoğlu, Suat Kınıklıoğlu, Soli Özel, Behlül Özkan, Şafak Pavey, Sinan Ülgen,
Kemal Derviş, Ahmet Davutoğlu, İbrahim Kalın ve CHP'li Erdoğan Toprak'ın eşi Ece Güner Toprak'ı ECFR'nin amaçlarına hizmet için bir araya getiren nedir?