KÜRESEL ÇETE İLE İŞBİRLİĞİ...

AKP kurucularının tanıtıldığı Kurucular Kurulu kitabının 8’inci sayfasında “Partimiz merkeziyetçi devlet anlayışından vazgeçilmesini öngörür” denilmektedir.
Tabii, bütün belgelerde ülkenin üniter yapısının korunacağı vurgulanmakla birlikte, merkeziyetçilikten vazgeçileceğinin öne çıkarılması, küreselleşme diye dayatılan politikaların esas alındığının göstergesidir...

Kurucular Kurulu kitabının 11’inci sayfasında da “Partimiz küreselleşmenin gerektirdiği yapısal dönüşümlerin kaçınılmazlığını ve en az maliyetle gerçekleştirilmesini savunur” denilmektedir...
Hemen arkasından 12’nci sayfada, “Partimiz, eğitim hizmetlerinin yerelleşmesinden ve özelleştirilmesinden yanadır” ifadeleri, Newyork’tan gönderilen memorandumla örtüşmektedir.
Parti programının 41’inci sayfasında, eğitimin küreselleşme odaklarının şehir devletleri planı gereği gibi, fakat aşama aşama uygulanacağı şu ifadelerle belirtilmektedir:“Temel eğitim hizmetlerinin verilmesi, pilot uygulamalarla merkezi idarenin taşra birimlerine ve yerel yönetimlere aktarılacaktır” Programın 35’inci sayfasında, “Çağımız bir yönüyle küreselleşme çağı, diğer yönüyle yerelleşme ve yerel yönetimlerin devlet sistemleri içindeki ağırlıklarının arttığı bir çağdır” denilmesi, Tayyip Erdoğan’a verilen memorandumdaki taleplerin, lafzen de aynen kabul edildiğini ortaya çıkarmaktadır...

Erdoğan’ın, kendisine gönderilen memorandumdaki dayatmaları aynen kabul ettiğinin bir göstergesi de, programın 35’inci sayfasındaki, “Partimiz, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartına uygun olarak, anayasal sistemimize yerel yönetim hakkının dahil edilmesini sağlayacaktır.
Yerel yönetimlerin yargı yoluna gidebilme hakkı dahil ilgili tüm düzenlemeleri gerçekleştirecektir” ifadesidir...
Kısacası, Ak Parti programı, tüzüğü ve Kurucular Kurulu kitaplarından yaptığımız bu alıntılar, Erdoğan’a gönderilen memorandumdaki, “Küreselleşmenin bir adı da şehirleşmedir. Ankara, yerel yönetimlere otonomi vermek ve milli hükümetin fonksiyonlarını yerel düzeyde merkezi olmaktan çıkarmak zorundadır. Dünya, bütün hükümetlerden bunu istemektedir” talebi ile örtüşmektedir...

Memorandum dışında parti programında ve tüzüğünde dikkat çeken bazı bölümler de var...
Kurucular Kurulu kitabının 9’uncu sayfasında Laiklik başlığı altında bu kavramın nasıl algılandığı anlatılmaktadır:“Partimiz, laikliği demokrasinin önemli bir şartı olarak görür.
Laikliğin arkasındaki temel düşünce, her türlü dini inanç ve felsefi kanaat karşısında devletin tarafsızlığıdır. Bu anlamda laiklik alnı zamanda bir özgürlük ilkesidir. Bunun için laiklik, bireyi değil devleti kısıtlayan ve sınırlayan bir ilkedir” Bu ifadelerle, laikliğin, kilise kurumunun baskılarına karşı, devletin her türlü dini inanç veya dogmanın ötesinde, ancak bilimin
verileri ışığında yönetilebilmesi için getirildiği, dolayısıyla, dini inançlar karşısında tarafsız davranmanın birinci değil ikinci, hatta üçüncü unsur olabileceği gözardı edilmiştir.
Ayrıca, laikliğin, dini inançlar sebebiyle kısıtlanan devletin önünün özgür düşünce ve bilim ışığında açılması demek olduğu da kabul görmemiş olacak ki, laikliğin devleti kısıtlayan bir ilke olduğu öne sürülmektedir...
Tüzüğün 17. sayfasında da Ak Parti’nin laiklik bakışı biraz daha aydınlanmaktadır:“Ak Parti, bireylerin inandıkları gibi yaşama, düşündükleri gibi ifade etme haklarının tartışılamaz olduğunu, inanç ve düşüncenin hukuka uygun olarak tanıtım ve propagandasının, bireylere ve sivil toplum kuruluşlarına ait bir hak ve yetki olduğunu, her bireyin her kurumda ve yaşamın
her alanında eşit ve ortak hakları bulunduğunu, dolayısıyla devletin, hiçbir inanç ve düşünceden yana veya karşı tutum sergilememesi gerektiğini, Anayasa’da yer alan laiklik ve kanun önünde eşitlik ilkelerinin, bu anlayış ve bakışın güvencesini teşkil ettiğini vurgular.”
Görüldüğü gibi, bu ifadelerde de Amerikan tarzı bir laiklik esas alınmakta ve sivil toplum kuruluşlarının, yani Türkiye’de tarikat veya cemaatlerin inanç propagandasında yetkili olduğu, üstü kapalı değil, açık bir şekilde sergilenmektedir.

Ak Parti Programı’nın 7’inci sayfasında şu ifadeler kullanılmaktadır:“İnsan Hakları alanında faaliyet gösteren gönüllü kuruluşların, sivil toplum örgütlerinin görüş ve önerileri dikkate alınacak, devlet organları ile bu kuruluşlar arasında sıkı bir işbirliği oluşturulacaktır.
İnsan Hakları ihlallerinin tespiti, çözüm önerilerinin geliştirilmesi, insan hakları eğitimi ve kolluk güçlerinin denetimi konularında bu kuruluşların katılımına ağırlık verilecektir.” Türkiye’de iki insan hakları örgütü bulunduğu, bunların da ABD’deki örtülü fonlardan beslendiği, sol görüşlülerin oluşturduğu birinci derneğin, tamamen teröristlerin, ikincisini ise,
irticayla suçlananların hakları için çalıştığı bilinmekteyken, AKP’nin bu derneklerle nasıl bir işbirliği yapacağı merak konusu olmuştu. Ancak, şimdi AKP’nin doğrudan Amerikan yönetimi ile işbirliği yaptığını, hocası Necmettin Erbakan söylüyor...
Amerikan yönetimi ise dünyada çete olarak algılanmaya başlandı!

YORUM EKLE