Dünkü yazıma “Bilge Lider Alparslan Türkeş Hakk’a Yürüdü” başlığını koymuştum. Çünkü biz Müslümanız ve Kur’ân’a imanımız tamdır.
Allah, Kur’ân’da şöyle buyurmaktadır : “Ey inananlar! Sabır ve Namaz ile yardım dileyin. Hiç şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. Allah yolu’nda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Çünkü onlar, diridir. Fakat siz farkında değilsiniz. Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz. Sabredenlere müjdele. Onlar’a bir musibet geldiğinde şöyle derler : Biz Allah’ınız ve elbette O’na döneceğiz” (Bakara Suresi, 153-156) Allah, her insan için bir “ecel” tayin etmiştir. (İsra Suresi, 99). Tayin edilen bu “ölüm vakti” geldiğinde bir saniye geri bırakılması da öne alınması da mümkün değildir. Ölüm’ü tadan insanları hayırla anmak Allah’ın emirlerindendir. Türk milletinin geleneğinde ölüleri hayırla ve rahmetle anmak vardır.
4.4.1997 Cuma günü, Rahmeti Rahman’a kavuşan Alparslan Türkeş’i tanımak günümüz insanı için bir meziyettir, şereftir. Çünkü O, sabır, sebat, fikir, ülkü ve “dava adamlığı” yönüyle eşine az rastlanır bir liderdi. Tavrı ve dış görünüşüyle güven vericiydi. Yoktan bir Parti, bir Türk Milliyetçiliği Ülküsü’nü benimsemiş neslin yetişmesini sağlamıştı.
Ben, Alparslan Türkeş ismini 1960 yılında, Ortaokul son sınıf talebesiyken duymuştum. 1944 Milliyetçilik, Türkçülük olaylarında henüz doğmamıştım. 1960 İhtilâli vesilesiyle Alparslan Türkeş ismi Türkiye’nin gündeminde yerini almıştı. Lehte ve aleyhte değerlendirenler vardı. Lehte ve aleyhindeki konuşmalar kafamızda bazı şeyleri çağrıştırıyordu. Merhum İsmet İnönü ve merhum Cemal Gürsel ile arasında geçen bazı “olaylar” anlatılıyordu. Bunlar çocuk kafamızda bazı izler bırakıyordu. Onlarla kafamızda bir “lider imajı” çiziliyordu.
Merhum Türkeş ve arkadaşlarının Millî Birlik Komitesi’nden uzaklaştırılması, yurtdışına gönderilmeleri öğrenciler arasında anlatılıyordu. Rahmetli Adnan Menderes’in idam edilmesine Türkeş’in karşı çıkması ve Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’e mektup yazması büyük bir olay olarak algılanıyordu. Bu olay ile Türkeş farklı bir konuma gelmişti. 1963 yılında Türkiye’ye dönmesi ve döndükten sonraki mesajları dalga dalga yayılıyordu. Lise öğrencisi olarak Türkeş’in gür sesi, Türk Milliyetçiliği’ni bayrak yapması ve yönetim için önerileri bize cazip geliyordu. O, bizim kafamızda canlandırdığımız lider imajını çağrıştırıyordu.
CKMP Genel Başkanı iken, 1965 yılında, Erzurum’da yaptığı bir mitingde yakından görmüştüm. Bundan sonra Erzincan’ın Tercan İlçesi’ne teşrif ettiği bir sırada yaptığı sohbeti, birkaç öğretmen arkadaşla beraber dinlemiştim. 1969 yılında Keskin’de öğretmenken bir sohbetinde bulunmuştum. Bu toplantılarda bulunmalarım, merak ettiğim bir lideri yakından tanıma imkânı vermişti. O zamanlarda çok yakın bir tanışmamız söz konusu değildi. Sadece merak ettiğimiz ve ilgi duyduğumuz bir lideri yakından tanımak temel hedefimdi.
1969’da Türk Ocakları Genel Merkezi’ne gitmiştim. Genel Başkan, Rahmetli Prof. Dr. Osman Turan’dı; Cumhuriyet Gazetesi Türkeş Bey’e bazı sorular sormuştu. Sorular Atatürk ve Türk büyükleri ile ilgiliydi. Bu sorulara verdiği cevapları rahmetli Serdengeçti değerlendiriyordu. Serdengeçti, Cumhuriyet Gazetesi’nin sorularını “tuzak soruları” olarak görüyor ve Türkeş’in “Güneşin olduğu yerde yıldızlardan sözedilmez” cevabını yerinde ve akıllıca bir cevap olarak değerlendiriyordu.
1970’ten itibaren yakından tanımaya imkân veren gelişmeler oldu. 1972 yılında ÜLKÜ BİR Genel Merkez Yönetim Kurulu üyesi olarak görev aldıktan sonra siyasileri yakından tanıma ve öğretmenlerle ilgili politikalarını takip etme durumu ortaya çıktı. 1974’lü yıllarda Fakülte’den Hocam ve Doktora tez danışmanı Merhum Prof. Dr. Hikmet Tanyu vasıtasıyla Alparslan Türkeş hakkında daha yakın bilgi sahibi oldum. Çünkü; 1944 Türk Milliyetçiliği olayında Hikmet Tanyu ile Alparslan Türkeş aynı davadan beraber yargılanmıştı. 1980 yılında ÜNAY’ın (Üniversite – Akademi ve Yüksekokul Asistanları Derneği) yönetim kurulu üyeliğine seçildikten sonra, Yönetim Kurulu olarak parti liderlerini ziyaret edip asistanların meselelerini anlatma kararı almıştık. Bu çerçevede merhum Alparslan Türkeş’i de ziyaret etmiştik. Bu ziyarette Türkeş şunu söylemişti : “Allah memlekete ve Millete hayırlı etsin!…”
Zaman zaman Ramazan ayı iftarlarda, resmî toplantılarda Alparslan Türkeş’i görmek şerefine erdim. 1997 Ramazanında Shereton Oteli’nin girişinde tesadüfen karşılaştık. Nasıl olduğumu sormuştu. 8 Mart 1997 tarihinde Ülkü Ocakları’nın düzenlediği “Türk Düşünce hayatında Mehmet Akif Ersoy ve Mehmet Emin Yurdakul” Paneli’nde kısa bir açılış konuşması yapmıştı. Toplantıdan sonra konuşmacılarla sohbet etti ve bazı hatıralarını anlattı.
Ocak 1997 tarihinde çıkan “Ermeni Kilisesi ve Türkler” kitabımı Ermenilerle ilgilenmesi vesilesiyle takdim etmiştim. Kitapla ilgili olarak 16.3.1997 tarihli “Özel” ifadeli mektubu ile teşekkürünü ve başarı dileklerini iletmişti.
Hayatı okuma, düşünme ve fikir üretmeyle geçmişti. Devlet Adamı, “Dava Adamı” tavrını daima korumuştu. Ülkenin ve Milletin menfaatini her şeyin üzerinde tutmuştu. “Uzlaşmacı yolu” temel felsefe yapmıştı. Dıştan çok sert görünmesinin aksine çok yumuşak ve hoş sohbet bir özelliğe sahipti. Örnek bir şahsiyet ve dava adamıydı. Ondan alınacak çok ders vardır. Mekânı cennet olsun!
PROF. DR. ABDURRAHMAN KÜÇÜK
7 NİSAN 1997 – HERGÜN GAZETESİ