Kar gece bastırdı, gün boyu devam etti. Ankara’nın kara tepeleri ağardı önce. Sonra çamlar, “bahar geldi” diye renk renk çiçeklerle dallarını süsleyen ağaçlar beyaz gelinliklerine büründü. Soğuk, dört bir yanı sardı. Ancak, bir büyük sevdanın adamlarını ne kar durdurdu, ne soğuk! Türkiye’nin kalbi nisan ortasında kara kışı yaşayan Ankara’da attı. Ankara, Ankara olalı, böyle bir gün görmedi!
Yüzbinler Türkeş’i sonsuzluğa uğurladı. (En az üçbuçuk milyon) Muhteşem uğurlamayı ekranda izlerken bir arkadaşın sesi duyuldu :
Yer, gök ağlıyor !
Bu büyük olaya Ankara’da, ya da ekranları başında tanıklık edenler de gördü. Manzara gerçekten öyleydi. Gökten kar, yüzbinlerin gözlerinden de yaş yağdı.
Günlerdir Türkeş’in ardından verilen demeçleri, yazılanları ve de miras kavgasını izliyoruz. Dün bir dostumuz şöyle diyordu :
Meğer, ne kadar çok Türkeşçi varmış?
Sonra da ekledi :
Daha düne kadar Türkeş’in karşısında olanlar da Türkeşçi olmuş, 12 Eylül’den sonra işi bitti diye O’nu yarı yolda bırakıp, ikbali başka çatıların altında arayanlar da meğer hâlâ Türkeşçiymiş!
Muhteşem töreni ekranda seyrederken, öyle isimler konuştu ki, dostumuza hak verdik!
“Husumet cephesi” de boş durmuyor.
Türkeş’in vefatının yarattığı üzüntü ve heyecan dalgasının arasında, “Garp Çehpesi’nde değişen bir şey olmadığı” anlaşılıyor. Türkeş ve milliyetçilik düşmanları işbaşında.
Bir panik içindeler ki sormayın. Bir büyük ölünün arkasından bile “husumetlerini” ortaya koymaktan çekinmiyorlar.
Alparslan beyin vefatının yarattığı “beraberlik” havası ve “milliyetçilik dalgası”ndan ödleri kopmuş, kenardan, köşeden verip veriştiriyorlar :
Kimi, “insanların unutkanlığından” dem vuruyor, defalarca mahkemelerde aklanmış iddiaların faturasını kesmeye çalışıyor!
Kimi, “Asala ve PKK ile mücadelede milliyetçi kadrolarla devletin işbirliği yapmasının olumsuz sonuçlar verdiğinden söz edip, aba altından sopa gösteriyor.
Neymiş efendim, “laikliği ve Atatürk ulusçuluğuyla ilgisi olmayan ırkçı tabana dayalı şoven bir milliyetçilik”miş…
Milliyetçiliği hâlâ marksist terminoloji içinde arama gayretkeşliğinin dik alası!
Hiç boşuna, zaman harcayıp, nefes tüketip, bunlara Türk milliyetçiliğini anlatmaya çalışmayın, anlamazlar.
Böyleleri, elin Sırp’ına, Arab’ına, Bask’lısına, Korsika’lısına “milliyetçi” diye alkış tutar da, “ben de Türk milliyetçisiyim” dediniz mi, Kremlin’in çürümüş propaganda artıklarıyla hâlâ size, “ırkçı, şoven” falan gibi yaftalar yapıştırmaya kalkar!
Şu “globalleşen” yeni dünya düzeninde “milliyetçiliğin” yeniden yükselen bir değer olduğunu ve tüm dengelerin bu değere göre yeniden oluştuğunu görmek işlerine gelmez.
Bunlara cevabı dün Ankara’da kar altında 9 saat, kilometrelerce liderlerinin ardından yürüyen yüzbinler verdi.
Hem de büyük bir olgunlukla, büyük bir disiplinle. En ufak bir taşkınlık yapmadan.
“Büyük yürüyüş”e katılanların hepsi MHP’li miydi?
Bizce, MHP’lisi de oradaydı. DYP’lisi de, Refahlısı da ANAP’lısı da. Kalabalığın içinde sandıkta oyunu “aslan sosyal demokratlara” atanlar bile vardı belki de. Alparslan Türkeş, uğrunda bütün hayatını harcadığı “millî birlik” ve “beraberliği” peşine taşıyarak yürüdü gitti Beştepe’deki kabrine eller üstünde.
Şimdi gün yeniden başlıyor.
(…)
MHP ve Türk milliyetçiliği için de gün yeniden, üstelik “Başbuğ”suz başlıyor. Şimdi, Türk milliyetçileri, sarsılmadan, çizgi dışına çıkmadan, “milli ülkü” yolunda “Başbuğ’suz” da olsa yürüyebileceklerini göstermeli.
Tıpkı dün Ankara’da yaptıkları gibi!
CEYHAN ALTINYELEK
9 NİSAN 1997 – GÜNEŞ GAZETESİ