BASINDAN BASINA
AÇIK MEKTUP!
Sayın meslektaşlarımız
Türk basını, özellikle 1980'li yıllardan itibaren, gerek sermaye,
gerekse teknoloji ve insan kalitesi açısından kabuk değiştirdi. Bu
süreçte, Türk basını adına çok önemli olumlu değişiklikler olduğu
gibi, bütün bu yeniliklerin değerini adeta sıfıra indirgeyen
başkalaşmalar da yaşandı.
Bazı köşe yazarlarının veya bazı muhabirlerin, devlet adamlarına
veya siyasi parti genel başkanlarına "zabıt katipliği" yapmasının,
bazı genel yayın müdürlerinin ihale takipçiliğini asli görev olarak
üstlenmesinin, bazı gazetecilerin Türkiye'yi soyan çetelerle işbirliği
içinde davranmasının da ötesinde, içinde varolduğumuz Türk
toplumunun bütün değerlerine savaş açan, ekonomik krizler
sonrasında Türkiye'ye dayatılan ağır ekonomik ve siyasi şartların
sözcülüğünü üstlenen, Ermeniler'in soykırım iddiaları konusunda
dahi Türkiye'yi dünya kamuoyu önünde savunmasız bırakabilecek
iddiaları sergileyen, Helmut Schmidt'in "Türkiye'den iki devlet daha
çıkmalıydı" arzusu doğrultusunda, azınlık haklarını propaganda
ederek, bir millet içinden başka milletler yaratmak stratejilerine
aleni olarak hizmet eden, bu doğrultuda zihinlerde tarihi arka plan
oluşturmaya dönük uydurmalara yer veren bir anlayış son
zamanlarda gazetelerimizde ve televizyonlarımızda hakim kılınmış
durumdadır. Tabii bütün medya organları veya ayrı ayrı ele
aldığımızda bir gazete veya bir televizyon kanalının bütün yayınları
aynı durumda olmamakla birlikte, üzüntü vericidir ki genel görünüm
budur... Medyadaki bu genel durum, üniversitelere, barolara ve
işadamları derneklerine de yansıtılmaktadır...
İçinde bulunduğumuz bu süreçte, Türk basını, bütün ülkelerde
olduğu gibi, kendisini var eden toplumun, dil, din, ülkü, tarih,
kader, kısacası kültür birliğine özen gösterecek yerde, bu
değerlerde parçalanmayı teşvik edecek bir rol üstlenmiş
durumdadır. Toplumu toplum yapan bütün değerler, medya
organları vasıtasıyla her geçen gün biraz daha yıpratılmakta,
şeytanın bile aklına gelmeyecek yöntemlerle, "ahlaksızlık erdem,
dürüstlük enayilik" olarak genç beyinlere yerleştirilmektedir.
Medyanın genel tavrına içeriden değil, dışarıdan bakarsanız,
neredeyse aile kurumuna dayalı kadın-erkek ilişkisi anormal,
eşcinsellik ve her türlü sapık, gayrımeşru ilişki normaldir! Üstelik bu
tür konular, Türkiye'nin ekonomik olarak tam bir işgale uğradığı bir
dönemde, gündemin önde gelen maddeleri haline getirilmiş, gerçek
gündem saptırılmıştır. Herhalde, İstanbul askeri bir işgale uğramış
bulunsa, ulusal çapta yayın yapan medya organları tamamen işgal
güçlerinin elinde bulunsa, Türk toplumunun değerlerine bunca
saldırı düzenlemezlerdi.
Sayın meslektaşlarımız...
Medyada çalışan bizler, yayın politikalarında etkinliğimiz olmadığı
gerekçesine sığınarak, bu iğrenç tablonun sorumluluğundan
kaçamayız. İşsiz kalmak korkusu, içinde bulunduğumuz topluma
karşı kişisel, mesleki ve ulusal görevlerimiz bulunduğunu ve bu üçlü
ahlak dengesi içinde mesleğimizi sürdürmek şansı aramamız
gerektiğini unutturamaz.
Türk televizyon kanalları, ulusal kültüre katkıda bulunacak ve
çocuk eğitiminde birinci derecede önem taşıyan çizgi filmler
konusunda hiçbir atılım gerçekleştirmedi. Bunun yerine,
küreselleştirilmeye çalışılan Amerikan kültürünün ürünleri Türk
çocuğuna şırınga edildi.
Ana dilde eğitim-öğretim konusunda genel tavır yazık ki sömürge
ülkesi mantığıdır. Yabancı dilde öğretimin anaokullarına kadar
girmesine Türk basınından genel bir karşı çıkış olmadı...
Türk çocuğu Amerikan dizi filmlerinden, siyah-beyaz ayırımcılığını
ve Amerikan içsavaşını bütün ayrıntıları ile öğrendi ama, kendi
tarihinden habersiz olarak yetişti. Televizyon kanallarımız, ne
İstiklal Savaşı'yla, ne de zengin Türk tarihinden herhangi bir
konuyla ilgili tek bir film yaptırdı! Hala bir Atatürk filmimiz yoktur
ve bu film bile Amerikan sinemasına ihale edilmiştir! Geçmişte
Tarkan, Karaoğlan, Malkoçoğlu ve Kara Murat ile dengelenen
Amerikan çizgi romanlarına karşılık, televizyon filmi konusunda
aynı bilinç ortaya konulamadı.
Son zamanlarda haber programlarına da yansıyan bu sinsi tutum,
Karabağ'ı terk etmek zorunda kalan Azerbaycan Türkleri'nin içler
acısı durumunu, Makedonya'da Türk evlerine haç işareti çizilip
saldırı düzenlenmesini bile Türk toplumunun gündemine getirmedi.
Irak'taki oluşum, devlet ilanı aşamasına gelinceye kadar Türk
toplumundan saklandı ve hatta "ABD Kürt devleti istemiyor"
propagandaları yapıldı...
Dünyadaki bütün Türk topluluklarının çocuklarını bir araya getiren
İnönü Stadı'ndaki dev şölen Türk halkına duyurulmadı! Haber
değeri olmadığı söylenemeyeceğine göre, bu haberlerin toplumdan
saklanması, bilinçli yayın politikalarının eseri olsa gerektir!
Yine, Şubat Krizi sırasında, devalüasyon kararı alınmadan, yani
serbest kur kararı verilmeden önce Merkez Bankası'ndan 5 milyar
doların 670 bin liradan kimlere satıldığı konusunda araştırmacı
gazeteci kartviziti kullanan hiçbir meslektaşımızın yayın
yapamaması, meslek adına utanç verici bir durum değil midir?
Bilindiği gibi dolar, o günden itibaren iki katına fırlamış ve Merkez
Bankası'ndan bu parayı alanlar, devlet eliyle bir gün içinde
servetlerini ikiye katlamışlardır. Bu operasyonda rol alan
Gümüşsuyu çetesinin, İçişleri Bakanı'nı istifaya zorlaması karşısında
bile Türk Basını adına kimselerden ses çıkmaması, mesleğimizin ne
duruma düşürüldüğünün çok önemli bir göstergesi değil midir?
Sadece bir televizyon kanalı, sadece büyük bir gazete, bu konunun
üzerine gitseydi, bir dakika içinde 5 milyar dolara 5 milyar dolar
ekleyenler ortaya çıkarılamaz mıydı? Bunun yerine sadece Merkez
Bankası Başkanı'nın kendi hesabındaki parasını dolara çevirmesi
haberleri ile asıl büyük olay unutturulmadı mı?
Ulusal bir basın, ülkesinin dışardan atanmış kişiler tarafından, sözde
uluslar arası kuruluşların, aslında ikibuçuk milletin dayatmalarıyla,
şantajlarıyla yönetilmesine, esnafının, çiftçisinin yok edilmesine,
üretimin tamamen durdurulmasına seyirci kalabilir mi veya bu
politikaları kendi halkına şirin göstermek için binbir çeşit yalanlar
üretebilir mi?
Stajyer muhabirlerden, genel yayın yönetmenlerine kadar bütün
basın mensupları, kişisel, mesleki ve ulusal ahlaka uymayan yayın
politikalarına birebir karşı çıkmak durumundadır. Türk Basını
Ermeni iddialarının sergileneceği, bölücü propagandaların aleti
durumuna düşecek bir zemin olmadığı gibi, Türk medyası bir bütün
olarak Türk kültürünün katledildiği bir alan haline getirilemez...
Üç ahlak kriterine de sahip olan Türk gazetecisi, artık alenileşen
Türk ve Türkiye düşmanı politikaların aleti durumuna düşmemeli,
üzerine düşen görevi yapmalıdır!
Sayın meslektaşlarımız...
Türkiye bir yol ayırımına gelmiştir. Bugüne kadar uygulanan
ekonomik, siyasi ve kültürel politikalarla Türkiye'nin ayakta
kalması mümkün değildir. Dolayısıyla ulusal güçler mutlaka ön
alacak ve Türk Milleti'ne yakışmayan bu haysiyetsiz duruma,
ekonomik, siyasi ve kültürel teslimiyetçiliğe son verecektir. O an
geldiğinde, bütün bu politikaları uygulayanlar, toplum ve yasalar
önünde, Tıpkı Ali Kemal gibi suçlu durumuna düşecektir.
Bu sebeple, bir saniye bile geç kalmadan bütün meslektaşlarımızı,
kişisel, mesleki ve ulusal şereflerini korumaya davet ediyoruz...
Arslan BULUT ve arkadaşları