Bu zaferler, sıkıştığımızda bozdurmak için miydi?

Bu topraklara 'Türklerin ülkesi' anlamına gelen 'Türkiye' ismini biz koymadık... Daha önceleri bizim Anadolu'ya 'Diyar-ı Rum' dediğimiz gibi 'Türkiye' dediler bu coğrafyaya... 13. Yüzyıl'dan itibaren Anadolu'da gördükleri demografik, siyasî ve tarihî gerçeği resmeden Batılıların telifidir bu isim... Biz de benimsedik, çok sevdik ve ihanetlerden koparıp kurtardığımız son devletimize, 'milliyet'i, yani 'kendimiz'e tutunmayı sembolize eden Türkiye ismini lâyık gördük...

Türklerin zaferlerine, Malazgirt'e, Mercidabık'a, yetmedi Çanakkale'ye ortak peydahlayanlara "Madem bu kadar muktedirdiniz, Türkler bu coğrafyaya gelmeden önce kendi zaferlerinizi neden kazanmadınız?" sorusunu bile soramayacağız galiba!.. Bu topraklara kılıcın keskinliği ve bilek gücüyle, küffara karşı iman, irfan ve siyaset başarısıyla değil, sanki Doğu Roma'nın Semerkant konsolosluğunun pasaportumuza vurduğu vizeyle girmişiz de, misafir ürkekliğinde yutkunarak konuşmak mecburiyetindeymişiz!..

Sanki biz zaferlerimizin şerefini 'ileride bozdurmak' üzere kötü günlere sakladık!.. Sıkıştıkça 'bozdurup' yeni hissedarların 'pay'ını verip, onları ikna edeceğiz!.. Malazgirt'in yarısı, Çanakkale'nin üçte biri senin!.. Biraz daha bastırırsan Ridaniye'nin hepsi senin!.. Zaten Millî Mücadele'yi de sen olmasan beceremezdik, 1921 Anayasası da senin!.. 'Kurucu irade' de sendin aslında, bizimkiler seni kandırmış!..

Oysa biz hiçbir zaferi beraber kazanmadık... Çünkü 'beraber' değil, 'bir'dik ama tarihi âdeta 'koalisyon hâlinde yazmışız' da sonra 'hâsılayı tek başına cebe indirmişiz' gibi bir muamele bugünlerde pek revaçta...

Devrin gözde aydıncıkları Türk bayrağının adının değiştirilmesini teklif ediyor ve Demirtaş'ın 'Türk bayrağı değil devletin bayrağı olsun' önerisini yerinde buluyor... Sanki 'Türk' adının anayasadan çıkarılması kesinleşmiş de sıra diğer 'Türk ayrıntıları'na gelmiş!..

Bu yaşadıklarımız tam bir 'köpeksiz köy hikâyesi'dir aslında... Truva atından inenin ilk durağı televizyonlar... Dişine 'ihanet kanı' değmiş sözde aydınlar yerde yatan kurbanı parçalarcasına büyük bir hınçla saldırıyorlar... Kimisi adını değiştirelim, kimisi şeklini, kimisi ruhunu diyor... Yıllar önce Bekaa'dan 'yoldaş' ne kadar karanlık tip varsa 'zaferleri tek başına zimmetine geçiren Türk'e müthiş bir dayanışma içinde vurdukça vuruyorlar...

"Osmanlı'da Kürdistan da vardı, Lazistan da" denilerek,  sonu parçalanmayla biten bir tecrübe, 'korkulmaması gereken bir model' olarak sokuştururken bile aklımızla dalga geçilecek, ulus devletlerin zaten sonunun geldiği tezi ekranlarda ve köşelerde cilalanacak...

Toplumsal algıyı yönlendiren medya bugün yaşamaya zorlandığımız aşağılık dönüşümün bazen 'keşif kolu' bazen de toplumsal alıştırma işlevini sağlayan 'operasyon birliği' gibi çalışıyor... 'Dördüncü kuvvet' olarak değil, kâh 'birincinin ortağı', kâh 'ikinci kuvvet' gibi davranıyor...

Bütün bu 'bileşenler'e rağmen ümitvârız... 'Çok ortaklı yapı' iz bıraka bıraka gidiyor ve çökmeye mahkûm... Hem insanlık tarihi hem de Türk tarihi bunun örnekleriyle doludur...

Bizim ne sıkıştığında bozduracak zaferimiz, ne hovardaca harcayacak şerefimiz, ne de isminden fedakârlık yapacak karakterimiz var... Bugün boş sokaklarda kendi ayak seslerinin yankısıyla sarhoş olanlar bunu fark ettiklerinde çok geç kalmış olacaklar!..

* * *

Bu yazıyı Mart 2013'te kaleme almışım… Türk'ün her sıkıştığı durumda, seriye bağlanmış ihanet sahibi sözde müttefiklerimizin, dindaşlarımızın, dostlarımızın yeni ihanetinin ülkeyi ve yönetenleri getirdiği nokta çok yakın geçmişle nasıl da çelişiyor…

Nereden nereye? '6 devlet tek millet' temalı Bakü Zirvesi… Nereden havalanılmıştı, şimdi nereye konuldu? Dün dostluğuna güvenilenler, Türk karşısında gerçek yüzlerini sergiledikçe, selamet köklerde aranıyor…

Tarihî tecrübe dolayısıyla, ütopya bile sayılmayacak garabetten sonra, dileriz bu hamle, 'politik' ve 'konjonktürel' kalmaz, devamı gelir…

YORUM EKLE