Hiç şaşmaz ilâhî düsturdur bu başlık... Sözünün veya imzasının arkasında duramayan insan gerçeği, bize bunu hep teyit ettiriyor... O yüzden bu manifestomuzu zaman zaman hatırlatmamız gerekiyor… Kimi zaman korku, kimi zaman kalitesizlik, kimi zaman menfaat ilişkisi, kimi zaman kıvırma kapasitesi sonucu ortaya çıkan ne varsa bunu bize tekrar tekrar öğretiyor...
'Medenî cesaret, olduğun gibi görünme, inandığını yalnız kalacağını kestirsen bile haykırma cesareti' bizde neden bu kadar eksik? Bu eksik ortadan kaldırılmadıkça, siyasette, ticarette, iş hayatında veya diğer alanlarda kalitesizlik nasıl giderilecek? Bu insan yapısıyla, eskilerin -deyimiyle - 'kaht-ı rical' problemi nasıl çözülecek?
***
CHP kurultayı yapılıyor... Adaylardan Muharrem İnce'nin adaylığının kesinleşmesi için en az 127 imzanın toplanmasına ihtiyaç var...
Taraflar imzaları topluyor... Kemal Kılıçdaroğlu'nun adaylığına imza koyan delege sayısı 1081, Muharrem İnce'nin adaylığına destek koyan delege sayısı ise 165 şeklinde gerçekleşiyor... Bu arada ortaya çıkan mükerrer oy tartışmaları da Kılıçdaroğlu'nun feragatiyle İnce lehine sonuçlandırılıyor...
Sonra seçime geçiliyor... Yine bir Türkiye klasiği... Açıktan Kılıçdaroğlu'nu destekleyen 1081 delege, kimsenin görmediği sandığa girince, yağmur yemiş işporta malı kumaş gibi 790'a çekiliyor!..
'Aşikârken' başka 'gizliyken' başka davranan çift kişilikli insan yapısı toplumsal zaafımızı yüzümüze vuruyor!.. 'Demokratik kültür' filan hikâye... Gerçek olan bu karakter... Veya karaktersizlik...
***
1997... Alparslan Türkeş vefat etmiş, parti, oğlu Tuğrul Türkeş'in vekâletinde olağanüstü büyük kurultaya gidiyor...
Görünürde 7 aday vardı ama 60'a yakın il teşkilatı Tuğrul Türkeş'i desteklediklerini açıklamıştı...
Kongrelerde Divan Başkanlığı seçimi, kongrenin de sonucunu önceden ortaya çıkarır... Tuğrul Türkeş'in adayı Turgut Altınok, muhalefetin ortak adayı ise Erzincan Belediye Başkanı Talip Kaban'dı... Altınok'u destekleyen önergeyi 59 il başkanı imzalamıştı...
Sonuç: İş kapalı mekânda oy kullanmaya gelince, Altınok'a ancak 441 oy, Kaban'a ise 738 oy çıkmıştı... Siyasetin o değişmeyen geleneği, o 'güçten ve mühür sahibinden yana görünme ama gizli kalınca içinden geçeni yapabilme' duygusu yine galip gelmişti... Böylece 'aşikâr resme' bakıp da arkasında büyük güç olduğunu zanneden Tuğrul Türkeş genel başkanlık seçimini de kaybedecekti... Sonucu belirleyen ise yine cesaret gösteremeyip, ancak kapalı kapılar ardında kendi olabilen çift kişilikliler olacaktı...
***
Tipik bir örnek daha:
Osman Gökçek'in Ankara Ticaret Odası'na başkan olabilmesi için olağanüstü kurultaya gidilmesi gerekiyor... Çeşitli ayak oyunlarıyla bu sağlanıyor...
188 delege karar verecek yeni başkanın kim olacağına... 'Büyükşehir belediye başkanının oğlu' olmaktan başka pek vasfı olmayan, ne ticareti yaptığı da pek bilinmeyen Osman Gökçek başlıyor delegelerle fotoğraf çektirmeye, destek toplamaya...
Ankara ticaretinin koca koca adamları, Osman Gökçek'in fotoğraf karelerine doluşuyor... Gülücükler eşliğinde pozlar veriliyor... 188 delegenin 142'sinden imzalı destek alınıyor...
Seçimde çıkan sonuçlar ise bambaşka... Gürsel Baran'a 100, Osman Gökçek'e 86 oy çıkıyor... Sonuçlar hayırlı oluyor ama bu hayır maalesef hayırla anamayacağımız bir sosyal yaranın bir kere daha ifşa olmasını engellemiyor...
***
Korku, endişe, menfaat beklentisi, gelecek kaygısı gibi asla saygı duyulmayacak gerekçelerle içine düşülen bu durum Meclis'te de çok yaşandı... Teklif için toplanan imzalarla, gruplarda alınan kararlarla Genel Kurul'da çıkan sonuçlar çok defa birbiriyle çelişti...
İşte onun için hayat o gerçeğin altını her defasında çiziyor: "Her millet lâyık olduğu gibi yönetilir..."