Sayın Genel Başkan;
Zât-ı alinizin de gayet iyi bildiği gibi bir teşkilatın gayesini insan (kurucu lider) tespit ve tayin eder.
MHP`nin kurucusu merhum Alparslan Türkeş de birinci gaye olarak “Milliyetçi Büyük Türkiye” ülküsünü göstermiştir. Türk Milliyetçi davasının ikinci merhalesi bağımsızlığına kavuşacak Türk Dünyasıyla sosyal, kültürel, ekonomik bağlarını güçlendirip, Türk Dünyasının birliğini sağlamak; üçüncü merhalesi İslâm Dünyasını Batılıların sömürgesi olmaktan kurtararak yeni bir Türk-İslam bloğunun gerçekleşmesini temin etmekti.
Bu büyük Türkiye`nin inşası için de milliyetçi bir eğitim sistemi ile millet hayatının her alanına hitap edecek imanlı ve vatanperver, bilgili ve şahsiyetli ülkücü kadroların yetişmesini ve bu yolla da ülke kalkınmasını, lekesiz ve gölgesiz bir adalet nizamının hâkim kılınmasını sağlamayı esas almıştır.
Türk milletinin iman ve ruh köküne bağlı aydınlar vasıtasıyla milletlerarası camiada da itibarlı bir Türkiye olma hedefi de yüce gayemizin bir başka safhasını teşkil ediyordu.
25 yıl önce MHP Kurultay delegelerinin teveccühü ile devraldığınız bu kutsal emaneti hedeflerine ulaştırma konusunda gayret edip yeni merhaleler katetmek bir yana, her geçen gün ana gayesinden uzaklaştırdığınızı üzülerek görmekteyiz.
Sayın Genel Başkan;
Burada bir sualin cevabını arıyoruz. MHP bir “siyasi parti” midir, yoksa “mevcut sistemin bir kuruluşu” mudur?
Eğer siyasi parti ise meşruiyet sınırları içerisinde ne yapıp edip iktidar olmayı hedeflemeliydi.
Elin oğlu bir siyasi parti kuruyor, 2 sene sonra iktidara geliyor ve 20 yıldır bu ülkeyi yönetiyorsa, başta zât-ı aliniz olmak üzere, bütün MHP`liler başlarımızı iki elimizin arasına alıp “Biz nerede hata yaptık?” sualine cevap aramalıyız.
Bu konu, her 27 Mayıs’ta Kızılcahamam’da yer alan Ülkücü Şehitler Abidesi’nde veya her MHP Kurultayı’nda yapılan ve birtakım hamasi sözlerin ve yerine getirilmeyen vaatlerin tekrarından ibaret konuşmalarla geçiştirilecek bir konu değildir.
Sayın Genel Başkan;
Bir teşkilatın yöneticisi, kurucu lider tarafından tespit edilmiş gayeyi, insanlara telkin edip kabul ettirir ve grup oluşturur. Bu gruplar, inançlı kitlelere dönüşür ve teşkilatı yöneterek yaşatırlar.
“Teşkilatçının; insanı tanımak ve öğrenmek gibi bir mecburiyeti vardır.
Çünkü başarılı dava adamları kendilerini, çocuklara, gençlere ve yetişkinlere dil, üslup, ihtiyaç ve meselelerini çeşitli biçim, vasıta ve tekniklerle anlatabilenlerdir.
Yine başarılı dava adamları, cemiyetin ve çağın bütün basın, yayın ve haberleşme vasıtalarını çeşitli sosyal birimlerin, tabakaların ve dilimlerin ihtiyaçlarına göre kullanabilenlerdir.
Günümüzde ideolojik ve siyasi çalışmalar artık tamamen ilmi usullerle yapılmakta, sosyologlar, psikologlar, pedagoglar, ekonomistler, ideologlar ve politikacılar birlikte çalışmaktadırlar.
Nitekim böylece çalışan teşkilatlar başarıya ulaştığı halde, siyasi mücadeleyi dar kadrolu bir particilik ve particiliği de siyasi şirket biçiminde mütalaa eden, ayak oyunlarıyla koltuk ve mevki edinmeye çalışan hareketler er geç silinip gitmektedirler.”
Hepimiz tecrübeyle görmüşüzdür ki; en haklı davalar, en doğru fikirler ve sağlam inançlar “ehliyetsiz ellerde” başarısız duruma düşmektedirler.
Nice haksız davalar, bozuk fikirler ve çürük inançlar; güçlü kadroların elinde mesafe alabilmektedir.
İnsanları geliştirmeyi, yüceltmeyi, sevk ve idare etmeyi düşünen kadrolar her şeyden önce fert ve cemiyet olarak insanları tanımak zorundadır.
Günümüz Türkiye`sinde, MHP olarak bir “siyasi parti” olmak ve “Milliyetçilik Siyasetini savunmak iddiasında iseniz; insanlar yaşamak, nefsini ve neslini korumak ve yüceltmek ihtiyacı içinde kıvranırken veya temel ihtiyaçlarının dahi tehlikeye maruz kaldığını idrak ederken, siz onlara nasihat etmeye, sabırlı olmayı tavsiye etmeye kalkışırsanız sadece başarısız duruma düşmezsiniz, “gülünç” de olursunuz.
“Açım!” diye inleyen insana ekmek bulmak varken; sadece mizah dergilerine kapak olmaktan öte bir anlam taşımayan “askıda ekmek” gibi gülünç kampanyalar yerine, gerçek anlamda ekmek bulmaya; “İşsizim!” diyen insana iş temin etmeye; “Zulme uğradım!” diye feryat eden insanın imdadına adalet ile koşmaya; mağdurun hakkını aramaya mecbursunuz!
Sayın Genel Başkan;
MHP Büyük Kurultay delegelerinin kahir ekseriyetinin imzalarıyla gerçekleşecek olan, Olağanüstü Kurultay’ı, “yargı kararıyla” geçersiz saydırıp parti genel başkanlık makamınızı kurtardıktan hemen sonra, 15 Temmuz darbe teşebbüsünü de bahane ederek yıllardır çok ağır eleştiriler, hatta hakaretler yönelttiğiniz Sayın Cumhurbaşkanı’na ve siyasi iktidara 180 derece bir dönüş ile tam bir teslimiyetçi tavra girmekle “Bir diyet borcu mu ödediniz?” Bilmiyoruz.
Cumhurbaşkanlığı Danışmanı ve Ankara eski milletvekili Sayın Aydın Ünal’ın, zât-ı alinize yönelen tehditlerini, sadece “kendisinin ve sizin bildiğiniz” ancak “bizim bilmediğimiz” şantaj kokan iddialarını haklı çıkarırcasına yaptığınız bu siyasi manevranın “Devlet’in bekası” ile alâkasını kurmakta zorlanıyoruz.
Sayın Ünal, sizi çok iyi tanıyor olmalı ki, “hepimizin kanına dokunan” hakaretvari iddiaları karşısında kısa süre sonra ülkeyi tek adam rejimine getiren siyasi intihar girişimini başlattınız.
Sayın Genel Başkan;
Şu hususu peşinen ifade edelim ki; milletimizin birliği, devletimizin varlığı, vatanımızın bütünlüğü tehlike ve tehdit altında kalır ise, her türlü siyasi hesabı ve ihtilafı bir tarafa bırakıp “ülke menfaatleri doğrultusunda kenetlenmek” sadece siyasi partilerin değil, toplumu meydana getiren her Türk insanının asli görevi olduğu inancındayız.
Daha önce yazdığımız üzere 2004 yılında yapılacak olan büyük kurultayda genel başkanlığa aday olan Sn. Prof. Dr. Ümit Özdağ genel başkanlığı kazandığı takdirde genel merkez binasını yaktıracağınız tehdidi esnasındaki ruh haliniz bir kere daha tezahür etmiş, MHP Genel başkanlığına aday olan bazı zevatla yaşadığınız sadece bir “inatlaşma uğruna” partideki iktidarınızı kaybetmemek için siyasi iktidara karşı bütün iddialarınızdan vazgeçmeyi ve buna bir kutsiyet atfetmeyi inandırıcı bulmadığımızı ifade etmeden geçemeyeceğiz.
Siyaset ve devlet adamları, ülke meseleleri ile ilgili beyanda bulunurken büyük laf etmemeli, yarın karşısına çıkartıldığında “eğer yüzü var ise” yüzünü kızartacak beyanlardan ısrarla kaçınmalıdırlar.
Bakınız; “Türk’ün ruhu” Yunus Emre ne diyor:
Yıllardır uygulanan vahim siyasi hatalarla Türkiye`yi uçurumun kenarına getiren, “paralel yapı” canavarı ile iktidar çatışmasına girip ülkemizin 15 Temmuz’un karanlık dehlizlerine savrulmasına sebep olan bir sakil zihniyetle iş birliği yapmak hangi siyasi aklın gereğidir?
Ülkeyi bizatihi “beka” tehdidi ile karşı karşıya bırakan bir anlayışı düştüğü kör kuyudan çıkarma vazifesi MHP’nin mi olmalıydı?
Bizatihi kendisi “beka” tehdidinin kaynağı olan bir zihniyet ile iş birliği yapılarak bu tehlike önlenemeyeceği gibi bunca yıldır devam eden yanlış politikaları ibra etmek de MHP`ye düşmemeliydi!
Sayın Genel Başkan;
Şahsınıza ihanet edeni affetme hakkına sahipsiniz. Ama ülkemizi uçurumun kenarına sürükleyenleri “MHP camiası adına affetme hakkını size kim vermektedir?”
Bomboş hayalleri (tutkuları) uğruna, vatan coğrafyasının kana boyanmasına göz yumanların yeri, Devlet’in şu veya bu makamı değil, Yüce Divan olmalıydı, Sayın Genel Başkan! Yüce Divan!
Devam edecek …