MHP GENEL BAŞKANI SAYIN Dr. DEVLET BAHÇELİ’YE AÇIK MEKTUP -21-

Sayın Genel Başkan;

Binlerce yıl öncesinde tarih sahnesine çıkan Yüce Türk milletinin Orhun Vadisine diktiği bengü taşlarının üzerine kazınan yüksek bir millî tarih şuuru göstergesi şu olsa gerek:

Yazıtlarda Türk Bilge Kağan, nerede başarılı olmuş nerede başarılı olamamış, bunların hesabını veriyor.

Tabii ki siz, Türk Bilge Kağan değilsiniz. Ama tam 25 yıldır Milliyetçi Hareket Partisi’nin genel başkanısınız.

1999 Genel Seçimleri hariç tutulacak olursa, 20 yıldır arka arkaya yaşanan seçim hezimetlerinin önünüze defalarca çıkan ama devlet hayatında sorumluluk almaktan kaçındığınız için her seferinde sırtınızı döndüğünüz iktidar ortaklığından ısrarla geri durmanızın hesabını bu camiaya vermeyecek misiniz?

Sayın Genel Başkan;

Milletimiz gerginlik siyasetinden yorgun düştü. Siz bu gerginlik siyasetinden ne umuyorsunuz?

Siyasete “nezaket dili” hakim olsa, ne kaybedersiniz?

Çok iyi bilirsiniz ki, ötekileştirme ve kutuplaştırma iç barışı tehdit eden en büyük tehlikedir. Bu gerginlik siyasetinin ve muarızlarınıza yönelik hakaretlerle dolu üslubunuzu sadece yakın çevrenizdekilerin zât-ı alinize sıkı sıkıya sarılmalarından başka ne faydası olacaktır?

Sizin de takdir edeceğiniz üzere, demokrasilerde temel kural; “başarılı olamayan gider, yerine başaracak birileri gelir.”

Ayrıca, seçimle gelinen bir makama “şartlarını yerine getiren herkes” aday olabilir.

Ne yazık ki, zât-ı aliniz, eski soğuk savaş dönemi uygulaması olan rakiplerini itibarsızlaştırma yolunda en başta gelen örnekleri sergileyen bir parti genel başkanı olarak haklı bir şöhrete sahipsiniz ve bu konuda kırılması zor rekorlara imza atmaktasınız.

Daha düne kadar partimizde görev almış milletvekili, genel başkan yardımcısı, bakan olmuş, meclis başkanvekilliğine seçilmiş dava arkadaşlarınıza “zillet” vs gibi yakışıksız ithamlar da bulunmak şahsî tatminin ötesinde kime ne kazandırır?

Bunu bir İYİ Partili gayretiyle dile getirmiyorum. Zira, İYİ Partili veya üyesi değilim. Bendeniz, MHP ve İYİ Parti’deki ülkücü kadroların biraraya gelip iktidar alternatifi ortaya koymasından yanayım.

Bu arkadaşlar, bu kadar kötü ise, bunların partimizde üst kademe görevlere seçilmesine, hükümetteki makamlara gelmesine neden razı oldunuz?

Bu kadar öngörüsüz ve insan tanıma konusunda bu kadar acemi olamazsınız. Mesela, Prof. Dr. Sayın Ümit Özdağ, 19 Kasım 2006 tarihinde yapılacak olan MHP kurultayında genel başkanlığa aday olacağını açıkladıktan sonra partimizin muhtelif kademelerindeki görevliler Ümit Bey’in “ABD ajanlığından MOSSAD ajanlığına” kadar çok acımasız bir siyasî linç kampanyası yürüttüler.

Ümit Bey, CIA ajanı ilan edildi; gerekçesi, ABD’de akademisyen olarak katıldığı bir toplantıydı.

Ardından, “İsrail’in adamı” denildi ve Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) hedefe konuldu.

ASAM adlı bu vakfa, Ülker şirketleri maddi destekte bulunuyormuş.

Bir dönem ASAM’a başkanlık yapan Prof. Dr. Ümit Özdağ, bu şekilde MOSSAD ajanı oluyormuş.

Bu suçlama üzerine, dönemin ASAM Başkanı Sayın Şaban Gülbahar Bey, bir basın toplantısı yaparak zât-ı alinizin yönetimindeki MHP’nin, ASAM’a yaptığı yardımların belgelerini birbir basın mensuplarına takdim etti.

Şahsen de tanıdığım Sayın Şaban Gülbahar Bey’in başkanlığını yaptığı, “Avrasya Bir Vakfı”, İstanbul Küçükçekmece’deki vakıf merkezinde her hafta alanlarında yetişmiş, değerli ilim adamları, fikir adamları, strateji uzmanları vasıtasıyla beyin fırtınası toplantılarına devam etmekte ve burada üretilen fikirler hem devleti yönetenlere hem de kamuoyuna sunulmaktadır.

Bir başka husus ise, Sayın Murat Ülker’in siyasi görüşü farklı olabilir. Bu konuda bir bilgiye sahip değilim. Ama babası merhum Sabri Ülker Bey’e, ülkücüler olarak vefa borcumuz vardır.

Sabri Ülker Bey’e, “Ülkücünün Çilesi” kitabının yazarı ve hepimizin ağabeyi merhum Galip Erdem, 12 Eylül’ün cellatlarının elinde cezaevlerinde çile çeken ülkücüleri işaret ederek “Bu gençlere borcunuz vardır” hitabıyla bir mektup yazar.

Bunun üzerine merhum Sabri Ülker Bey, yıllarca ve düzenli olarak her ay cezaevlerindeki ihtiyaç sahibi ülkücülere ulaştırılmak üzere, Galip Ağabey’e yardım gönderdiğini bizzat merhum Galip Ağabey’in kendisinden dinlemiştim.

Sayın Genel Başkan;

Müstafi piyade komando binbaşı Ferruh Sezgin Bey’i tanırsınız.

Merhum Türkeş Bey’in döneminde, hem MÇP’de hem MHP’de uzun süre genel başkan yardımcılığı görevinde bulundu. Muhtelif gazete ve dergilerde makale yazıyordu. Hatta, “Sistemin İntikamı” isimli kitabıyla 12 Eylül’ün gerisindeki Amerikan emperyalizmini anlatmaktadır.

Zât-ı alinizin genel başkan seçildiği Kasım 1997’deki MHP Kurultayı’nda Merkez Yönetim Kurulu’nda seçilmişti. O kurultaydan sonra kendisine basın ve halkla ilişkilerden sorumlu genel başkan yardımcılığı görevini tevdi edeceğinize dair söz veriyorsunuz. Fakat Ferruh Bey, Başkanlık Divanı seçimlerinde ismini göremiyor. Ertesi gün odanıza davet ediyorsunuz ve kendisinden özür dileyerek; “Gece iki buçuğa kadar uğraştım, sizin Genel Başkan Yardımcılığına gelmenizi sağlayamadım.” diyorsunuz.

19 Kasım 2006’da gerçekleşecek olan MHP 8. Olağan Büyük Kurultayı öncesi, Sayın Prof. Dr. Ümit Özdağ, MHP’ye genel başkan adayı olacağını açıklıyor.

Siz ve partili çevreler:

“Ümit Özdağ boşuna uğraşıyor. Onu salona bile sokmayacağız.” beyanatı veriyorsunuz.

Ümit Özdağ, 4 Kasım 2006’da Malatya’da taraftarlarıyla birlikte Hacı Baba Kervansaray Düğün Salonu’nda yemekli bir toplantı düzenliyor. Dışarıdan gelen bir grup, düğün salonunun ve Ümit Bey’in arabasının camlarını kırıyorlar.

İstanbul’dan bir grup MHP’li ise, Ferruh Sezgin Bey’i arayarak;

“Özdağ ailesinde çok güçlü hukukçular var, ayrıca geniş çevreleri var. Ümit Özdağ salona alınmazsa, mahkemeye başvurup Kurultay’ı iptal ettirebilirler. Lütfen Sayın Genel Başkan ile görüşün, bunları anlatın ve kendisini sükunete davet edin.” diyorlar.

Ferruh Sezgin Bey, zât-ı alinize geliyor, yapılacak Kurultay’da MYK’da görev almak istediğini belirttikten sonra, konu Sayın Özdağ’ın genel başkan adaylığına geliyor, zât-ı aliniz hiddetle:

“Bakınız, şuraya yazıyorum. O adam bu partiye genel başkan seçilirse, bu parti binasını yakacağım. En az onbeş kişiden yeminli söz aldım. Parti genel merkezini ateşe verdirip yaktıracağım.” diyorsunuz.

Ferruh Sezgin Bey, dehşete kapılıyor, müsaade isteyip genel başkan yardımcılarının katına geçiyor.

Şu anda ikisi de hayatta olmayan genel başkan yardımcılarına durumu anlatıyor.

Onlar gülerek:

“Merak etme Ağabey, parti binasını yaktırmayacağız.” deyip, sağ el işaret parmaklarıyla tetik çekme işareti yapıp; “Böyle halledeceğiz!” diyorlar.

Yani, Prof. Dr. Ümit Özdağ’a silahlı saldırı düzenleyecekler.

Bakınız, Ferruh Sezgin Bey, hayattadır. Bize birkaç yıl önce anlattığı bu konuyu, kendisine birkaç ay önce teyid ettirdim.

Sayın Genel Başkan;

Parti genel merkezini yaktırmak, Ümit Özdağ’a silahlı saldırı düzenlemek, sadece niyette kalsa bile tam bir “akıl tutulması” değil midir, sizce?

Bu konu, siyasetin konusu olmaktan çıkıp, hekimlerin ilgi alanına girmiyor mu?

Neyse ki, Sayın Özdağ kurultay salonuna giremiyor ve parti binası yakılmaktan, kendisi de vurulmaktan kurtuluyor.

Sayın Genel Başkan;

Mademki Prof. Dr. Ümit Özdağ, CIA ve MOSSAD elemanıydı, neden onu önce İstanbul’dan, daha sonra Gaziantep’ten liste başı olarak milletvekili adayı ve milletvekili yaptınız?

Bununla da yetinmeyip 14 Kasım 2015’te genel başkan yardımcılığına getirdiniz.

Bir gün “ajan” dediğinizi, ertesi gün nasıl “MHP’nin ikinci adamı” yaparsınız?

Prof. Dr. Ümit Özdağ, MOSSAD ajanı ise, onu MHP’ye ikinci adamlığa seçtirene nasıl bir yakıştırmada bulunalım?

Buna lütfen siz karar verin!

Türk Ocakları Genel Başkan Yardımcısı iken, 05 Şubat 2011 tarihinde Sürmeli Otel’de, Türk Eğitim-Sen’in Genel Kurulu’na davet edilmiştim. Kürsüden genel kurul delegelerine de hitap etmiştim.

Bir grup MHP milletvekili ile Ümit Bey salona girdi ve “Ülkü devi Ümit Özdağ, genel kurulumuzu teşrif ettiler” diye duyuru yapıldı.

Bendeniz, Ümit Bey ile ilgili daha önce yapılan suçlamalar hatırıma geldiği için hayretler içinde kaldım.

Bunun bir izahı, ahlaki ve vicdani bir açıklaması var mıdır, Sayın Genel Başkan?

Zât-ı aliniz, “Ümit Özdağ ajandır!”, dediğinizde zerre kadar vicdani muhasebe yapmadan, “Evet, öyledir!”

“Ümit Özdağ, ajan değildir, partimizin ikinci adamıdır” dediğinizde yine anında “Ajan değil, ülkü devidir!” diyebilenlerin kişiliği sizce 5 para eder mi?

Hayatlarının baharında, birer gül fidanı gibi toprağa düşen binlerce ülkücünün itibarından beslenen bu adamlara ne demek lazım?

Ona da siz karar verin lütfen.

Devam edecek …

Efendi Barutçu

YORUM EKLE