Seni çok seviyorum!

Önceki mektubuma cevap vermesen de seviyorum seni işte…

"Japon Yeni de ABD parası karşısında çok değersiz" denildiğinde hak vermeni, sokaklarda fakirlikten ve yokluktan bahseden birini görünce "Çıkar telefonunu" diyerek morartmanı, beynini ıskartaya çıkarıp her şeyi dış güçlere bağlamanı, Lozan'ın gizli maddeleri ortaya çıkınca 'göklerdeki yerli uçak'la Jüpiter'e tur düzenleyeceğimize dair bitmeyen ümidi seviyorum…

O yüzden tazelediğim aşkım adına o mektubu tekrar yazıyorum, lütfen cevap ver artık:

Seni çok seviyorum... Her anlatılana inanan saflığını seviyorum... "Önemli olan kazanmak değil, yarışmaktı" denildiğinde inanmanı, "Almanya'dan oğlum gelecek" denildiğinde evi derhal boşaltmanı, "Baştan biraz sıkar ama kullandıkça açılır" denildiğinde itirazsız ayakkabı almanı seviyorum...

***

Senin Amerikan askerlerinin Irak'a demokrasi getireceğine inanmış masumiyetini, Haliç'in dibindeki tonlarca altının bulunma ihtimali gibi Saddam'ın elindeki kimyasal silahların bulunma ümidi taşıyan yanlarını sevmiştim ve hâlâ seviyorum...

***

Gümrük Birliği'ne girince nasıl da coşmuştun? Artık elini kolunu sallaya sallaya Madrid'de dönerci, Brüksel'de turşucu açacaktın... Bıyıkları kesip 'Euro-Türk' olacağına dair İkitelli palavralarının üzerine nasıl da atlamıştın? İşte senin bu çocuksu teslimiyetine bayılıyorum...

***

Sana "Bir de beni gençliğimde görecektin" desem yersin, "Gerçek aşkı sende buldum" desem yersin, "Evlenelim, merak etme anneni yanımıza alacağım" desem yersin... Senin bu 'hep yiyici' özelliğini sevmeyeyim de ne yapayım?

***

Bilirim, zaferlere bayılırsın... Nasıl da hızla kaçırmıştık Süleyman Şah'ın türbesini... Düşman arkamızdan yetişememişti bile... 'Düşman' uçağına çakarız, "Bundan sonra böyle, alayına gider" diyerek diklenir ve bu etabın ilk zaferini çıkarırız... Sonra o 'düşman'dan öyle bir özür dileriz ki, o 'düşman'ın ayak bağları çözülür, özrümüzü kabul etmemekten ödü patlar... Al sana bir zafer daha... Seni sevmeyen ölsün...

***

Roma İmparatoru Caligula'nın en sevdiği atını konsül ilan ettiğine senin gibiler inanmıştı... Japonların Pearl Harbour'a saldıracaklarını Amerikalıların bilmediğinde de... Kaddafi'nin gidişinin Libya'ya baharlardan bahar getireceğine de... İnanmaya meyilli çocuksuluğunu seviyorum senin...

***

"Gol atmayı değil, asist yapmayı seviyorum" diyene inanmazsan sen sen olmaktan çıkarsın zaten... Ya da "Senin annen bir melekti yavrum" diyene... Veyahut da "Formu doldurun biz sizi ararız" diyene... Hep inanan olarak kalmalısın... Çünkü ben seni doğal hâlinle seviyorum...

***

Bak, Habur'a inandın da zararlı mı çıktın? Pişmanlık duymadan 'pişman olanlar' sayesinde barışın önü açıldı... Bunlara hep inanan seni sevmeyeydim de taşa mı döneydim? Ben senin 'insanlık için' Ayn-el Arap'a Kuzey Irak'tan asker ve silah, Ankara ve Diyarbakır'dan selâm gönderilirken dolan zeytin gözlerini sevdim... Ben senin öğle namazını Şam'da, akşamı Moskova'da, yatsı yetişmese bile ilk sabah namazını Rakka'da kılacak derecedeki ibadet âşıklarına inanmanı sevdim...

***

Aşık Veysel "Güzelliğin on para etmez, bu bendeki aşk olmasa" demiş ama ekmek çarpsın bu işin parayla pulla ilgisi yok... Senin saflığın yeter... Bir gün buluşacağız... Artık Şair'in dediği gibi "Ihlamurlar çiçek açtığı zaman" mı olur, sütler kaymak tutar tutmaz mı bilemem... İşin içinden çıkınca ben seni ararım, telefonun açık olsun...

Yakamda kırmızı gülle ya Amerikan askerlerinin Saddam'ın heykelini yıkıp demokrasi getirdiği meydanda bekliyor olacağım ya da bir Nevruz günü Apo'nun canlı yayınla bağlandığı ve hepinizin 'kardeşlik kazandı' diye ağlaştığı o meydanda... Becerebiliyorum, istersen konum da atabilirim...

YORUM EKLE