Çok yaygın bir görüş var. Bu görüşü şöyle özetleyebiliriz: Siyasette başarılı olabilmek için halkın eğilimlerini iyi bilmek ve ona göre davranmak gerekir.
Aşağı yukarı bütün kesimler tarafından paylaşılan bu düşünceye göre halkın eğilimlerine uygun hareket etmeyen partiler başarılı olamazlar. Halkın eğilimleri yerine sık sık halkın değerleri, halkın yaşama tarzı gibi ifadeler de kullanılıyor. Halk nasıl yaşıyorsa politikacılar da öyle yaşamalı, diyenler bile var.
Halkın eğilimlerini, değerlerini dikkate almayan hareketler, gruplar, partiler ise jakoben, tepeden inmeci gibi sıfatlarla nitelendiriliyorlar. Laikçi, Kemalist gibi terimler de çok defa bu anlamları çağrıştıracak biçimde kullanılıyor.
Siyasi partilerin amacı elbette seçim kazanmak ve iktidar olmaktır. Fakat bir siyasi parti sadece bu amacı mı taşır? İktidar oldukları zaman uygulamaya koyacakları fikirleri, programları olmaz mı? Bu fikir ve programlar mutlaka halkın çoğunluğunun eğilimlerine ve görüşlerine uygun mu olmalıdır?
Yukarıdaki sorulara evet cevabını veriyorsak şu iki düşünceden birine sahibiz, demektir.
Birincisi şudur: Halkın eğilim, görüş ve değerleri, toplumu ilerletmeye, ülkeyi kalkındırmaya uygun ve yeterlidir. Zaten bu eğilim ve değerler sayesinde toplum ilerlemekte, ülke kalkınmaktadır. Böyle düşünenler ilerleme ve kalkınmayı çoğunlukla, yol, köprü ve tünelden ibaret kabul ederler.
İkinci düşünce de şöyledir: Toplumun ilerlemesi, ülkenin kalkınması önemli değildir; önemli olan seçim kazanmak, iktidar olmak ve iktidarın nimetlerinden faydalanmaktır.
Ülkemizdeki insanların eğitim durumları, yaşayış tarzları, hâl ve hareketleri ortadadır. Vatandaşlarımız genel olarak iyi insanlar olmakla birlikte eğitimsizlik sonucu saçma ve batıl inançlara hayli eğilimlidirler. Köy nüfusunun hızla azalması, bu nüfusun çoğunlukla büyük şehirlerin varoşlarına dolması, köy hayatından şehir hayatına geçmede sıkıntılar yaratmış ve bu durum şekilsiz insan topluluklarının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Varoşlara yığılan insanlar, köylerimizin saf hayatından uzaklaştıkları gibi şehirlerin gerektirdiği medeni hayata da girememişlerdir.
Yukarıda belirttiğim sosyolojik olgu sonunda, henüz şehirleşememiş olan insanlarımız köylerdeki batıl inançlarından kurtulmadıkları gibi varoş karmaşasında yeni ve saçma batıl inançlar da edinmişlerdir. Köy yaşantısında tabii karşılanabilecek hâl ve hareketler, konuşma tarzları, varoşlarda tabiiliklerinden uzaklaşarak kaba ve şekilsiz davranış ve konuşmalara dönüşmüştür. Birçok insanımız da kendilerini ve daha çok öte dünyalarını kurtarmak için çeşitli cemaat ve tarikatlara sığınmışlardır. Akıl ve bilim yoluna girmek yerine insanlarımız akıl ve bilim dışı yollara yönelmiştir.
Ülkemiz böyle bir sosyolojik sıkıntı ile karşı karşıyadır. Halkın eğilim ve değerlerine uyarak iktidar olmak isteyen siyasi partiler bu durumun devam etmesini mi istemektedirler? Siyasi partilerin eğitimle ilgili hedefleri olmamalı mıdır? Yoksa eğitimden maksat akıl ve bilim dışı anlayışı değiştirmek değil de sadece okul sayısını çoğaltmak ve herkese diploma vermek midir?
Yazının başında belirttiğim yaygın görüş, siyaset dünyamıza o kadar hâkim olmuştur ki neredeyse bütün partiler oy kazanmak uğruna şu veya bu cemaate, tarikata yakın olmayı siyasetin bir gereği sayar olmuşlardır. Bu yüzden de ülkenin başına gelmedik kalmamıştır. Ergenekon'lar, Balyoz'lar, FETÖ'ler hep bu anlayışın sonucudur. Hâlâ "Aman dikkat edelim;" denilmektedir; "şunu yaparsak, şu zatı tenkit edersek oy kaybederiz." denilmektedir. Gitti Hizmet, geldi Menzil. Göbeklerine kadar sakalı uzamış, cübbeli, kaftanlı hocalar mübarek zatlardır; keramet ehli insanlardır; yürüyüşlerinde, duruşlarında, konuşmalarında mutlaka bir hikmet vardır. Bu kadar çok insan da onların peşlerine düştüğüne göre bu mübareklerin oylarında da hayır vardır. Hayır ne kelime, Cennet vardır, Cennet-i Âlâ vardır. Öyle değil mi ya, biz bu insanların oylarına niye talip olmayalım? Halkın eğilimi bu kardeşim, halk düşmanı olacak değiliz ya…