Siyasetçilerin kullandığı bazı ifadeleri okuyuculardan özür dileyerek sıralıyorum: Sen ne utanmaz adamsın yav, terbiyesiz herif, yüzsüz, alçak, çukur, salya, zavallı, yemezler, patlatırlar enseni…
Ve daha niceleri! Ülke siyasetine maalesef sokak dili hâkim olmuştur. Böyle bir dil devlet adamlarına yakışmaz. Bana sorarsanız siyaset adamları birbirlerine "sen" diye hitap etmeyi bile bırakmalıdırlar.
Siyasetçilerin dilinde mizah olabilir. Olmalıdır da. Ancak mizah, zekâ eseri olmalı, belden aşağı sözlere kaymamalıdır.
Siyasetçilerin dilinden yakınırken bir dostum, "Siz ne diyorsunuz hocam, siyasette dil yerine artık yumruklar konuşuyor." deyiverdi. Son olayları hatırladım ve "Doğru söze ne denir?" diye cevap verdim.
Siyaset, kavga demek değildir. Siyaset, ülkenin yönetimi konusunda programları yarıştırmak demektir. İktidar olunca da herhangi bir yolsuzluğa bulaşmadan, eşi dostu, akrabayı kayırmadan halka sunulan programı uygulamaktır. Bütün bunlar halkın gözü önünde, kamuoyunun bilgisi dâhilinde olmalıdır.
Ancak kendi programlarından ve kadrolarından emin olmayan, başarma ümitlerini kaybetmiş bulunan siyasetçiler zora, zorbalığa başvururlar. Hiçbir kişi ve hiçbir parti herhangi bir fikri, millete mal olmuş herhangi bir insanı inhisarı altına alamaz. Tam tersine, bir fikre inanıyorsak, bir insana saygı duyuyorsak, başkalarının da bizim gibi düşünüp hissetmesinden sevinç duymalıyız. Benim fikrim ne kadar çok insan tarafından paylaşılıyorsa, benim saygı duyduğum insana ne kadar çok kişi saygı duyuyorsa ben o kadar memnun olurum. Aksi tutum herhâlde sağlıklı bir tutum sayılamaz.
Tekrar dile dönelim. Çünkü dil, siyaset yaparken en çok kullandığımız araçtır. Bütün siyasetçiler, temiz bir dil kullanmaya özen göstermelidir. Milliyetçi olduğunu ileri süren siyasetçiler ise bu konuda daha titiz olmalıdırlar.
Milliyetçileri ayırmamın bir sebebi var. Ben Türk milliyetçisiyim ve milliyetçiliğin kirlenmesini istemem. Milliyetçilik, milleti sevmek demek olduğuna göre dayandığı ana duygu "sevgi"dir. Sevgi adı verilen duygu da temiz sözlerle, temiz hareketlerle dışa vurulur. Kirli ve kaba bir dil, zorbaca hareketler milliyetçilik kavramını kirletir. Eğer bir kavrama önem veriyorsanız o kavramın zedelenmemesi için gereken titizliği gösterirsiniz.
Milliyeti oluşturan en önemli unsurlardan birinin dil olduğunu biliyoruz. Dil, ölçünlü (standart) biçimiyle, ağızlarıyla, meslek ve grup jargonlarıyla, argosuyla bir bütündür. Böyle düşünüp, "Argo da dilde var, o hâlde niçin kullanmayalım?" diyebilirsiniz. Ancak dilin kendisi başka, kullanım başkadır. Dilin bütün söz varlığı ulu orta kullanılmaz. Argonun da, halk dilinin de, ağızların da kullanılacağı yer ve zaman vardır. Siyasetçiler, bilim adamları, kanaat önderleri, halka örnek olmaları gereken insanlardır. Onlar seviyeli bir dil kullanmak zorundadırlar. Parti propagandası yaparken, bir pazarcının sebze satarken kullandığı dili kullanmamak gerekir.
Öyle sanıyorum ki siyasetçilerin argo kullanmasında "halkçılık" kavramının yanlış anlaşılmasının da rolü vardır. Bence halkçılık, halkın seviyesine inmek demek değil, halkın seviyesini yükseltmek demektir. Halk da kendinden yüksek konumda ve seviyede olan insanlara gıpta ile bakar. Politikacılar halka tepeden bakmadan, tevazuu elden bırakmadan insanlara sevgiyle yanaşmalı ve seviyeli bir dille yapacaklarını anlatmalıdır. Rakiplere yöneltilen eleştirilerde de aynı şekilde seviyeli bir dil kullanılmalıdır.
Konumuz dil iken nas konusuna da dokunalım. Murat Bardakçı yazdı, bir de ben yazayım. Nas başka nâs başkadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kullandığı nas kelimesi, uzatılmadan, kısa söylenir, terim olarak anlamı "dogma"dır. Daha iyi anlaşılması için kelimeyi şöyle bir cümlede kullanabiliriz: "Ülke yönetimiyle ilgili kararların ve mevzuatın özellikle nassa dayandırılması laikliğe aykırıdır." Görüldüğü gibi ünlüyle başlayan bir ek gelince s, ikizleşmiştir. Çünkü kelimenin aslındaki sat harfi şeddelidir. Nâs ise bugünkü dilimizde artık yoktur; kelime Arapçadır; "insanlar" anlamındadır; nun, elif, sin ile yazılır ve elif'ten dolayı da uzun okunur. "Kul eûzü bi-rabbi'n-nâs" (İnsanların sahibine -Allah'a- sığınırım, de) ayetiyle başlayan son surenin adı da "Nâs suresi"dir. Nelerden Allah'a sığınmamız gerektiğini merak edenler surenin mealini okumalıdırlar.