ÜLKÜ OCAKLARI, ÜLKÜCÜLÜK VE ÜLKÜCÜLER YENİDEN ANLATILMALIDIR!

Bu yazım, içimize yerleştirilen bazı kişi ve kişilerin ülkücülük kisvesi altında yaptıkları kirli işleri fırsat bilerek, ülkücülere karşı en az yarım asırlık kinlerini kusan süprüntü fikir f-ahişelerinedir!

Yine bu yazım, sık sık dava adamlığından söz edip, birilerinin ellerine tutturdukları kavala üfleyerek, bu davanın gerçek dert ve çile ehli gönül adamlarına çobanlık yapmaya kalkışanlara ithafımdır.

ÜLKÜCÜLÜK;

İlahi aşkın gönüllerde tecellisiyle, SIRAT-I MÜSTAKİM çizgisinde olup, büyük bir ihlâsla "yılanın gömleğinden sıyrılışı misâli" dünya sevgisinden sıyrılarak TÜRKLÜK ŞUURUNDAN hareketle, devletin ve milletin bekası uğruna verilecek kutsal mücadele esnasında karşılaşılacak çile ve mûsibetlere karşı gösterilecek sabrın, tahammülün ve bu uğurda içilmesi mukadder olan ŞEHADET ŞERBETİNE duyulacak sonsuz bir muhabbetin ifadesidir...

BU İFADE;

Vatan, millet, din ve devlet uğrunda vermiş olduğumuz BEŞ BİN ÜLKÜ ŞEHİDİNİN ruh hallerinde / Darağaçlarında can veren Pehlivanların – Duracıkların- Bektemurların- Kerselerin şehadetlerinde saklıdır / Özmenem, İmamoğlu ve Önkuzuların mezar taşlarında kitâbeleşen bir devrin öyküsüdür.

Rahmetli Başbuğumuz, muhterem insan merhum ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN deyimiyle bu dava bir “GÖNÜL SEFERBERLİĞİ”DİR.

İfade edilen gönülden maksat, kanı pompalamaya mahsus bir et parçası olmayıp; yerlere, göklere ve 18 bin âleme sığmayan O`en büyük olan ALLAH’IN (c.c) tek sığdığı ve sevgisiyle tecelli ettiği ilahi tecelligâh olan, yaratılmışlar içinde yalnız insanlara mahsus kılınmış iç âlemidir.

Bunu şöyle izah edebiliriz;

Güneş, dünyanın üzerine bindirilirse, dünya küçük gelir, güneş dünyanın üzerine sığmaz ve taşar. Güneşin altındaki dünya, filin altındaki kuş yumurtası gibi kalır.

Dünya ya sığmayan güneşi bir cep aynasına sığdırabiliriz. Tozlu değil, parlatılmış bir ayna! Her ülkücünün de gönlü bir ayna gibi olmalıdır, ibâdetle, Tevhidle parlatılmış bir ayna!

Cenab- ı Alla, bir ayeti Kerimesinde "BİZ İNSANLARI EN GÜZEL ŞEKİLDE YARATTIK" diye buyurmaktadır.

Her Ülkücü, doğuştan insana bahşolunan bu güzelliği muhafaza etmek mecburiyetindedir.

Her Ülkücü HAKK ERİ olduğunun, Türk âleminin ve ezilen milletlerin Kurtuluşuna vesile olacak yegâne ümit ışığı olarak Kabullenildiğinin farkında olup, bu şuurla kendini yetiştirerek, olgunlaşıp Kamilleşmelidir....

Hak erlerinin hayatı, mücâdelesi, çektiği çile ve meşakkatleri birbirine çok benzer, tıpkısıdır. Hatta düşmanları hep aynı olacağındandır ki düşmanın onlara karşı olan taarruz metotları da hep aynıdır, bir farklılık arz etmez...

HER BİR ÜLKÜCÜ ŞUNU ÇOK İYİ BİLİP VE DE UNUTMAMAK ZORUNDADIR Kİ;

Sırf vatansız ve Türk düşmanı kızılların devlet içinde mevzilenmelerine karşı mücâdele ettiklerinden dolayı 1944 ün 3 Mayısında haklarında açılan düzmece bir Türkçülük- Turancılık davasıyla Alparslan Türkeş, Hüseyin Nihal Atsız ve arkadaşları, 500 Vatlık ampullerin altında kendilerine yapılan insanlık dışı vahşete varan işkencelere, sarsılmaz bir iman ve insanüstü bir iradeyle göğüs gerip nasıl sarsılmamışlarsa;

Abdülkadir Billurcular, Dündar Taşerler, Necdet Sançarlar, Seyit Ahmet Arvâsi ve Necdet Sevinçler nasıl ki fikir çilesi çekip akrebin kıskacında yoğruldukları halde, Namık Kemal`in Hürriyet Kasidesinde yazdığı;

"Felek hertürlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin,

Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten" mısralarında ifâdesini bulan asil bir ruhla susmayıp, yılmadan, KÜRŞAT'A nazire yaparcasına, kılıç gibi kullandıkları kalemleriyle Küfrün sarayına saldırmaktan bir an olsun geri adım atmadılarsa;

Ahmet Kerseler, Selçuk Duracıklar, Cengiz Bektemurlar, Halil Esendağ ve diğerleri, 12 Eylül denen ZULMÜN DARAĞAÇLARINDA, Allah ve Resulüne bir an evvel Kavuşabilmenin aşk, feyiz ve muhabbetiyle, boyunlarına geçirilen yağlı urganların halkalarından son kez bakabildikleri semada, kendilerini karşılamak için uçuşan Bedir`in, Çanakkale`nin, Sakarya`nın şehitlerinin mübarek ruhlarına gülümseyerek, LÂ İLAHE İLLALLAH sedalarıyla son bir kez el sallayabilmişlerse;

Yaşamış oldukları bunca cefaya, ezaya ve maruz kaldıkları işkencelere sabır, tahammül ve rızalarının temelinde; Türklük şuuru ve sarsılmaz bir İslam imanı mevcuttu.

İman!

İman!

İman!

1980 öncesi Ülkücülerinin, canlarıyla, gençlikleriyle, mallarıyla velhasılı varlık adına neleri varsa her şeylerini feda ederek ortaya koydukları gayreti, asâlet ve imanı; bugünün ülkücü geçinenleri, milliyetçilik taslayan yaylacı grupları, siyâset bezirgânları, ikbâl taklacıları, yağcılar, yağdanlıklar laf kalabalığı ile geçiştiremezler.

HELE HELE DE;

İmansız,

Ezansız,

Nikâhsızlar,

Sütü ve Sureti bozuk E-rmeni, R-um Kırmaları,

Yediği, yaladığı çanağa pisleyenler,

Bozkurtla kangal köpeğini karıştıran şeref fukaraları,

Kafa tası içinde beyin yerine Kalın bağırsağını gezdirenler,

Göğüs Kafesleri altında Kalp yerini sidik torbasını taşıyanlar,

Türk ismini duyunca mayasılı ağzına vuranlar,

Hak din İslam`a bir miktar Hıristiyanlık katarak soğutmaya çalışan ılımlı İslamcılar,

Dün ruble için Moskofa zağarlık ederlerken, bugün Dolar- Euro karşılığı maaşlarıyla Batı kemiği yalamaya alıştırılmış medyanın soy özürlü, e-rmenici, devlet düşmanı yazar müsveddeleri,

Söz de bilir kişi edasıyla her akşam TV. Ekran ve kanallarından lağım gibi akarak, zihinleri bulandıran aşağılık aydın bozuntuları, bu günün Akıncıları, Serdengeçtileri, Kuvayi Milliyetcileri, Allah ve Resulünün davasının davacıları olan Ülkücülerin aleyhinde bir tek söz dahi söyleyemezler. Bu gibilerin her kelimeleri, Kuduz Köpeğin salyası Kadar iğrençtir!

Ülkücülerin çilesi bir imtihandan ibarettir.

Zaten Allah(c.c), sevdiği kulunun manevi Mertebesini yükseltmek için onu böylesi çileli imtihanlardan geçirir.

NOT:

Bundan sonra ülkücü fikriyatın yücelmesi, toplumun gönlünde yer bularak ölümsüzleşebilmesi uğruna ömrünü bu yola adamış, dünyaya meylederek siyâsi ikbâl kovalamamış gerçek gönül ve hal ehli dava adamlarına karşı, sıradan, basit, cıvık cıvık yağ damlayan, kahve ağzından farksız yorumlar yazmadan evvel azıcık düşünelim ve lütfen terbiyemizi takınalım (Varsa tabii ki)

ÜLKÜ OCAKLARI;

Ülkü ocakları, Mevlevi dergâhları gibidir.

Ülkü Ocaklarında da tıpkı Mevlevi dergâhlarında olduğu gibi iki aşhanesi vardır!

Mutfağın birinde;

Aş pişer,

Mide doyar,

Vücut gelişir.

Diğer mutfakta ise;

İnsan pişer,

Beyin doyar,

Gönül gelişir.

YAKIN TARİHİMİZDE;

Ülkü ocaklarından daha büyük bir okul,

Ülkücü davadan daha mükemmel bir dava,

Ülkücülerden daha üstün bir insan numunesi olmamıştır.

BİZ ÜLKÜCÜLER;

Türk milletinin devamlılığı ve devletin ebed müddet yaşaması için varız. Bu yolda çekilen çileler, meşakkatler, tüm sıkıntılar bizim için zevktir ve bizim yegâne gıdamızdır.

ÜLKÜCÜ DAVA;

NURÂNİ VE MUBAREK ANALARIN KUCAKLARINDA BELENİP, EMZİRDİĞİ HELÂL SÜT İLE TERBİYE EDİLMİŞ, ALLAH, VATAN, TÜRKLÜK SEVDASIYLA YANIP KAVRULAN ASİL VE SOYLU İNSANLARIN HAYAT HİKÂYESİDİR.

1 ŞUBAT 2023

ORHAN KILIÇOĞLU

YORUM EKLE