Sayın Genel Başkan;
Aradan 23 yıl geçmiş olmasına rağmen kendi başbakanlığınız yerine, başbakanlığına razı olduğunuz Bülent Ecevit’e karşı gösterdiğiniz bu tevazu ve diğerkâmlığın sebebini hala anlayabilmiş değiliz. Zatıalinizin de çok iyi bildiği üzere siyasi partiler iktidara gelmek için kurulur. O siyasi partinin genel başkanı da devlet gemisinin kaptan köşküne oturup dümenine geçtiği gemiyi açık denizlerden güvenli limanlara ulaştırmak gayesindedir. İktidara gelmemek kaydı ile siyaset yapmak para kazanmamak kaydı ile ticaret yapmaya benzer ve toplum tarafından şüphe ile karşılanır. İktidar ortağı olarak seçtiğiniz Bülent Ecevit’e gelince; Türk töresinde vazgeçilmez bir usul vardır bir insan, başka bir insanla hayatını birleştirmeden, evleneceği kişinin ailesinin ve yakınlarının mazbut bir ahlaka sahip olup olmadıklarını, kötü şöhretlerinin olup olmadığını, ailenin kültür seviyesini, görgüsünü, bilgisini, kendi ailesiyle denk olup olmadığını halk diliyle söylemek gerekirse “soyunu sopunu” araştırır.
Bir siyasî parti de başka bir siyasî partiyle ülkesinin ve milletinin kaderini ele alacak bir hükümet kurmadan önce, o partinin genel başkanının ve yönetici kadrolarının siyasî sicilini, dünya görüşünü, Türkiye’nin temel meselelerine bakış tarzını ve çözüm anlayışlarını enine boyuna değerlendirir, tartışır, kendi dünya görüşüyle azami ölçüde olmasa bile asgari müştereklerde anlaşabiliyorsa koalisyonu kurmaya karar verir.
Bülent Ecevit’in Günah Galerisi:
Bülent Ecevit; bütün siyasî hayatı boyunca Cumhuriyeti kuran bir partiyi, CHP’yi, etnik ırkçılara, bölücülere, mezhepçilere peşkeş çekmiştir. Üç günlük dünya iktidarı uğruna, Türk devletinin üniter yapısına ve vatan bütünlüğüne kasteden aşırı sol gruplarla ve PKK’nın o tarihlerdeki ağa-babalarıyla kol kola girmekten çekinmemiştir.
Bülent Ecevit; yine üç günlük siyasî ihtirasları uğruna Tunceli’ye gidip “Sizleri, 1936’nın kahramanları olarak selamlıyorum.” diyerek, kabuk bağlamış yaraları deşmekten çekinmemiştir.
Diyarbakır’a, Mardin’e, Ağrı’ya gidip “halklara özgürlük” teraneleriyle devletimizin üniter yapısını dinamitlemeye kalkışmış, “toprak işleyenin su kullananın” sözleriyle toprak işgallerini teşvik etmiştir.
Burada bir hususu iftiharla belirtmek gerekirse, Ecevit’in ve diğer sol grupların yıllarca ağızlarında sakız ederek istismar ettikleri, Türkiye’de “topraksız köylüye toprak dağıtmanın” şerefi, birinci Milliyetçi Cephe hükümeti döneminde, 24 Haziran 1975 tarihinde, Şanlıurfa’da, Viranşehir’de, Akçakale’de, Harran’da topraksız köylülere 231 bin dönüm arazinin tapularını dağıtan MHP Genel Başkanı ve Başbakan Yrd. merhum Alpaslan Türkeş’e nasip olmuştu.
Türkeş Bey’in ertesi günü Diyarbakır’a geleceğini haber alan bölgenin toprak ağaları kendi topraklarının da topraksız köylülere dağıtılacağı endişesiyle ve Bülent Ecevit’in bitmez tükenmez tahrikleriyle, bölücülerin sözcülüğünü yapan bazı basın ve yayın organları ile iş birliği yaparak; Türkeş Bey’in Diyarbakır’ı kastederek; “Küçük Moskova’ya gidiyorum.” diye beyanat verdiği yalanını yayıp, “Türkeş, Zilan deresi katliamını yapan Derviş Paşa’nın oğludur.” ve benzeri iftiralarla Diyarbakır halkını kışkırtmışlardı.
Türkeş bey, Dağkapı meydanında toplanan Diyarbakırlılara hitap etmek üzere kürsüye çıktığında aşırı sol militanların ve Diyarbakırlı toprak ağalarının tahrikiyle bazı gruplar hadise çıkarmaya kalkışmış, kalabalığa ve meydanda güvenliği sağlamakla görevli askerlere ateş açmışlar, bir Mehmetçiğimiz şehit olmuş, sekizi ağır, 34 vatandaşımız yaralanmıştı.
Havada kurşunlar uçuşurken dönemin Diyarbakır valisi Mehmet Karasarlıoğlu’nun Türkeş Bey’e yalvar yakar; “Efendim, bir serseri kurşun isabet edebilir. Lütfen kürsüden inin!” demesi üzerine Türkeş Bey; “Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakan yardımcısı olarak bugün bu kürsüden konuşma yapmazsam devleti ayaklar altına aldırmış olurum.” diyerek elindeki megafonla konuşmasına devam etmiş, konuşma bittikten sonra da meydandan ayrılmıştı.
Daha sonra, hemen yakındaki MHP il merkezini işgale kalkışan aşırı solcu, bölücü militanlar, oradaki bir avuç ülkücü Türk milliyetçisinin yiğit direnişiyle karşılaşmışlar ve bu hain emellerinde muvaffak olamamışlardı.
1970’li yıllarda, Diyarbakır’ın genç ülkücüler teşkilatı başkanlığı yapan, Diyarbakır’ın yerlisi, yiğit evlatlarından Recep Alyamaç (Komando Recep), 2018 yılı Ekim ayında beraberce Diyarbakır’a gidip Dağkapı meydanına geldiğimizde bir anda sarsılıp hüngür hüngür ağlayarak o gün sabahlara kadar nasıl bir direniş sergilediklerini, üç hilalli bayrağı indirtmediklerini anlatmıştı.
Komando Recep’i böylesine müteessir eden bir başka hadise ise, Dağkapı meydanına, milletimizin birliğine kasteden ve o meydanda idam edilen Şeyh Sait’in isminin verilmiş olmasıydı.
Şu an Cumhur ittifakındaki ortağınız Ak Parti iktidarı sahipleri, şehitlerimizin kemiklerini sızlatan bu kararla ne kadar övünseler az gelir.
Sayın Genel Başkan;
Başbakanlık yardımcılığına razı olduğunuz Bülent Ecevit’in hayalperestliğini, sınır tanımaz ihtiraslarını, her başbakanlık döneminde ülkemizi ekonomik yıkımlara götüren beceriksizlik ve basiretsizliklerini bilmiyor muydunuz?
Yine Türkiye kamuoyuna müthiş algı operasyonlarıyla dürüst(!), ilkeli(!) siyasetçi diye takdim edilen Bülent Ecevit’in 22/23 Aralık 1977’de İstanbul belediyesine ait Yeşilköy’deki Güneş Motel’de dönemin CHP’li İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan’ın ev sahipliğinde, halk diliyle “mebus borsası” kurup Adalet Partisi’ne mensup 11 milletvekilini, “bakanlık vaadiyle” partilerinden istifa ettirip ikinci Milliyetçi Cephe hükümetinin dağılmasına yol açtığını bilmiyor muydunuz?
Milletimizin hafızasında “666 günlük zulüm ve işkence dönemi” olarak hatırlanan, Ecevit’in bu başbakanlığı döneminde şu anda bacaları tütmeyen yüzlerce binlerce evin oğullarının,babalarının katledilmesinin birinci mesulünün Bülent Ecevit olduğunu nasıl unutmuş olabilirdiniz?
Uzun yıllardır Ecevit döneminde azgınlaşan aşırı sol teröre kurban verdikleri evlatları ve kocaları için bağırlarına taş basan anaların bacıların kanlı gözyaşlarına hiç şahit olmadınız mı?
1999 yılında partimizde genel idare kurulu üyesi ve genel başkan yardımcısı olarak görev yapan, tecrübeli siyasetçi ve devlet adamı büyüklerimizden Ecevit’in günah galerisini hiç dinlemediniz mi?
Bakanları Yüce Divan’da cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluklarına -şimdikiler de onları fersah fersah geçti ya ayrı bir bahis- imza atarak yargılanıp mahkûm edilen Ecevit hükümetini CHP geleneğinden yetişmiş, Ecevit’in yakın dostu gazeteci yazar Kurtul Altuğ’un 1979’da, Kervan yayınlarınca neşredilen “Umudun Tükenişi” ve 2001 yılında Ümit yayıncılık tarafından baskısı yapılan “Umudun Tükenişinde Son Perde” (Ecevit’in iktidarını noktalayan kitap), (Ecevit’in, CHP içindeki yükselişini yaşayan şahitlerin dilinden anlattığı ve tekzip edilmeyen bir parti genel başkanının hataları, yanlışları ve duygusallık örtüsü altında gizlenen “gerçek yüzünü” ortaya koyuyor) isimli kitaplarında ve ayrıca CHP eski milletvekili ve senatörü Necip Mirkelamoğlu’nun Kervan yayınlarından 1975 yılında çıkan “İnönü Ecevit’i Anlatıyor” ve “Ecevit Ecevit’i anlatıyor” isimli kitapları inceleme imkanınız olamamış mıydı?
Yine o tarihlerde MHP Genel Başkan Yardımcısı, eski devlet bakanı merhum Sadi Somuncuoğlu’nun 1980’de kaleme aldığı, Ecevit’in 1978-79 yıllarındaki kanlı iktidar döneminin ülkücülere yönelik zulüm ve işkencelerini, ülkedeki yolsuzlukları birebir belgeleriyle anlattığı “666 Ak Gün” başlıklı ibret vesikalarıyla dolu çalışmasını Bülent Ecevit ile hükümet ortağı olmadan önce keşke okuma imkanı bulabilseydiniz.
Yukarıdaki fotoğraf (15 Nisan 1978), Ecevit hükümetlerinin Ülkücülere zulüm ve işkencelerine karşı Başbuğ Alparslan Türkeş öncülüğünde, yiğit bir direnişin fotoğrafıdır.
Allah size hayırlı ömürler versin, ilerde yazmayı düşünürseniz hatıralarınıza kaynak olması bakımından bu kitapların birer örneğini- şayet arzu bulunursanız- zât-ı alinize gönderebilirim.
Gelecek mektupta Ecevit’in günah galerisine ve Türk milletin siyasetçiden beklediklerine devam edeceğiz…
Efendi BARUTÇU
20.04.2022