NEREDE HATA YAPILDI?

Bir ara, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda kültür-medeniyet ayırımından kaynaklanan önemli bir hata yapıldığını yazmıştım.

Birçok okuyucum, konuyu biraz açıklamamı istedi. Aslında, meseleyi 1993 yılında incelemiştim. Fakat bugün daha fazla önem kazandı...

Ziya Gökalp’a göre “Medeniyet milletlerarası olduğu halde, kültür millîdir. Medeniyet bir ulustan başka bir ulusa geçer, kültür geçmez. Buna bağlı olarak bir ulus, kültürünü değiştirmeden başka bir medeniyet alanına girebilir ve kimliğini koruyarak yaşayabilir. İşte Türk milleti de yıkılan Osmanlı medeniyeti yerine, kendi kültürünü koruyarak Batı medeniyetine girecektir.

Türkiye, Doğu uygarlık alanındadır.” Bize göre, Türkiye’nin Cumhuriyet tarihi boyunca yaşadığı ideolojik sorunlar, devletin kuruluşuna katkısı tartışılmaz olan Gökalp’ın bu kabulünden kaynaklanmıştır. Gökalp’a göre, Hayati Tüfekçioğlu, “Durkheim sosyolojisinden yola çıkarak, millî bir sosyolojiden söz etmesi çelişkili bir durum olarak da görülen Ziya Gökalp’ın, kültür-uygarlık ayrımı eleştirilere uğramıştır” diyerek Emre Kongar’dan bir örnek vermektedir: “Emre Kongar, ‘Gökalp’ın en zayıf kaldığı konu, hars ve medeniyet ayrımıdır’ demekte ve kültürle medeniyetin belli maddi araçlarla manevi değerlerden oluştuğunu, maddi araçlarla manevi değerler arasında çok yoğun etkileşim bulunduğunu, bir toplumun başka bir toplumdan yalnızca din ya da yalnızca teknik alamayacağını, etkileşim başlayınca bunun günlük hayatın tüm alanlarını kapsayacağını söylemektedir:

‘Gökalp’ın Batı uygarlığının bilimini, tekniğini, aklını alıp öteki hars alanlarını ulusal kültürün özgün ögeleriyle doldurma önerisi mümkün değildir. Kaldı ki kültür ve medeniyet kavramları, Batı tarafından ve Batı siyasetine yarar amacıyla geliştirilmiş kavramlardır. Halbuki, kendi
toplumumuzun düzen ve arayışlarına kendi bakış açımızdan kaynaklanan, güçlükleri çözmede geçerli ele alış biçimlerine ulaşabilen bir sosyoloji anlayışıyla kendi tarihimize de dayanmak şartıyla ulaşmak, hiç değilse dünü ile Batı olmayan toplumumuz için, geçerli olacaktır.” Atatürk, Ziya Gökalp sosyolojisinin gereklerini uygulamışsa da, Türk Milleti’nin yeni kızılelmasını “Türk kültürünü muasır medeniyetin üzerine çıkarmak” olarak göstermiştir.
Ancak, Atatürk’ün bıraktığı yerden itibaren “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak” hedefleri, yani milliyet, din ve insanlık idealleri birbirine aykırı ideallermiş gibi geliştirildi. İslâmlaşmak bir kenara bırakıldı.

1944’ten sonra maalesef, Türkleşmek ve İslâmlaşmak, oy oranları değişen partilerin elinde kaldı. Çağdaşlaşmaya ise öncelikle sol gruplar sahip çıktı.
Halbuki, “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Çağdaşlaşmak” her partinin ayrı ayrı felsefesi değil, Türk Cumhuriyeti’nin temel kurucu felsefesi idi.
Batılı görünmek politikası, milletin geçmişle bağlarını kopardı. Bu politikalar, ne Türk, ne Müslüman ne de çağdaş, garip nesiller ortaya çıkardı. Millet, her şeye rağmen asırların birikimi ile direnmeye çalıştı.

Devlet ile millet arasında uçurumlar başgösterdi. Bugün ortaya çıkan tablo, neredeyse Hıristiyanlıktaki mezhep ayrılıkları gibidir. Oysa, sadece “Atatürk” adı bile, Atatürk’ün Türkçülüğünü anlatmaya yeterdi... Zaten, Türk kültürünü çağdaş medeniyetin önüne
geçirmeye çalışmıyor muydu?

Tabii, bu hedefte, kültür ve medeniyet farklılığına dayanan Gökalp sosyolojisinin etkisi vardır.
Medeniyet değişikliği ile kültürün değişmesinin de kaçınılmaz olduğu, hiçbir kültürün medeniyet değişikliğine direnemeyeceği sonradan anlaşıldı.

Yapılması gereken, Türk kültür kaynaklarana dayanarak bir medeniyet projesi geliştirmekti...
Atatürk, bunu sağlığında bizzat kendi emir ve talimatlarıyla sürdürmeye çalıştı...
Asıl vahim hatalar zinciri İsmet Paşa ile birlikte başladı... İsmet Paşa döneminden itibaren Milli Eğitim’de uygulanan eski Yunan kültürüne dayalı aydın yetiştirme modeli, Atatürk’ün bütün uygulamalarını rafa kaldırmış oldu...

Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi rayından çıktı... Sonradan kurulan üniversiteler de aynı yolu izledi...

Sonuçta, Türk aydını ve bağlı olarak toplumu hedef birliğini kaybettiği için, dış müdahalelere açık hale geldi... 

Bugün, AB ve ABD dayatmalarına, devletten, siyaset kurumundan, üniversitelerden, medyadan geniş çaplı bir direniş gelmiyorsa, sebebi budur...

Direnen, yine Karacaoğlan ruhu, Köroğlu ruhu, Dadaloğlu ruhu olacaktır...

Şükürler olsun ki, o ruhu, üniversiteler bile öldürememiştir... 

YORUM EKLE