Avrasya Staretejik Araştırmalar Merkezi ve Michigan Üniversitesi’nin
birlikte düzenlediği “3’üncü Uluslararası Avrasya Konferansı”nın öğleden
önceki bölümünde eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Mehmet S. Erol,
Ersel Aydınlı ve Graham Fuller’i dinledik.
Bütün konuşmacıların üzerinde durduğu kavram “Radikal İslâm” oldu!
Demirel, Nazarbayev’in “Önümüzdeki 10 yıl” adlı kitabına da atıfta
bulunarak, Orta Asya’daki tehditleri, “terörizm, ayrılıkçı eğilimler ve
ekstremizm” olarak sıraladı...
Nazarbayev’in de İslâm radikalizminden çekindiğini söyledi.
Mehmet S. Erol, konuşmasına Radikal İslam’ın Özbekistan İslâm Hareketi
ve Hizbul Tahrir olarak Fergana Vaidisi’nde yapılandığını ve bu bölgenin
Orta Asya’nın Bekaa Vadisi’ne dönebileceğini anlattı! Erol, Orta Asya’da
ara verilen oyunun muhalif ve milliyetçi hareketlerin de yükselmesiyle
daha şiddetli bir şekilde devam edeceğini söyledi! Ersel Aydınlı, “ABD,
terörizmle savaşı, polis gücüyle, istihbarat gücüyle kıramayacağını
bilmeli...
Orta Asya’daki devletlerin yeniden yapılandırılması gerekir. Çünkü
terörizm oralarda yuvalanıyor” dedi.
Aydınlı, ABD’nin belirli eğiliminin Radikal İslam’ı 21’inci yüzyılın
tehdidi olarak algıladığını ve bu yüzden yeni bir yeşil kuşak
yaratırken, açık yeşili koyu yeşile tercih ettiğini de belirtti!
Graham Fuller ise Orta Asya’da olup bitenleri ABD, Çin ve Rusya’nın
rekabeti çerçevesinde değerlendirmeye çalıştı...
Fuller, 11 Eylül’den sonra bütün bölge devletlerinde otoriter
eğilimlerin arttığını, Avrupa’nın, özellikle Fransa ve Almanya’nın da
alternatif bir güç oluşturmaya çalıştığını, Afganistan ve Pakistan’ın
çok tehlikeli bir süreçten geçtiğini, çünkü siyasi İslâm’ın camiler
üzerinden hareket ettiğini söyledi.
Rusya üzerinden Fransa ve Almanya’nın iki kutuplu bir dünya
oluşturabileceğini belirten Fuller, “Türkiye’yi tebrik ediyorum.
Çünkü Radikal İslâm’ın problem olmadığı tek ülkesiniz. İslâm’ı hükümete
dahil ederek, bir şekilde meseleyi çözüyorsunuz. Yine Washington’a hayır
diyebildiğiniz için, ahlâki bir güce sahip olduğunuzu da gösterdiniz.
Arap ülkelerini dolaştım, ABD’nin küresel hegemonyasını reddetme
eğiliminize ve ‘hayır’ınıza büyük saygı duyuyorlar” dedi.
Konuşmalar özetle böyle...
Tartışma bölümünde bu defa söz almadım. Daha henüz sabrım taşmadı.
Oturum Başkanı da Gündüz Aktan’dı...
Fakat, konuşsaydım şunları söyleyecektim: Evet, bir Radikal İslâm’dan söz
edilebilir. Fakat neden Taliban ve El Kaide’yi ABD, İngiltere, İsrail,
Suudi Arabistan ve Pakistan’ın birlikte örgütlediğini unutuyoruz?
Bunları bir tarafa bırakalım, bugün ABD’nin İngiltere ve İsrail ile
birlikte gerçekleştirmeye çalıştığı tek dünya devleti, kaynağını
Tevrat’tan alan ve Hıristiyanlık ile Yahudiliğin kaynaştırılması demek
olan “Püritenizm” ideolojisinin, dünya üzerinde uyguladığı bir terör
projesi değil midir?
Bu terör projesi de camilerden mi kaynaklanıyor? Yoksa havralardan mı,
kiliselerden mi?
Sonra, sanki terör, devlet gücünden bağımsız olarak geliştirilebilirmiş
gibi gerçek dışı bir yaklaşım sergiliyorsunuz. Oysa “Radikal İslâm”
denilen hareketlerin neredeyse tamamı, ABD-İngiltere ve İsrail
güdümlüdür.
Maksat kendi kontrolleri altındaki terör örgütlerini bahane olarak
kullanmak ve İslâm Dünyası’na müdahale edebilmektir.
Biz, ABD’nin, daha doğrusu Hıristiyan-Yahudi radikalizminin ürettiği
kavramlarla, Orta Asya’yı, yani Türk Dünyası’nı tanımlarsak, bu savaşı
daha başlangıçta kaybetmiş olmaz mıyız?
Radikal İslâm’ı bir kenara bırakın; bugün dünyada Bush’un, Dick
Chenney’in, Rumsfeld’in, Wolfowitz’in temsil ettiği “yeni
muhafazakârlar” örgütü, insanlık için bir numaralı terör tehdidi değil
midir?
Bu örgüt de bir tarikat değil midir?
Niçin dünyaya Amerikan gözlükleriyle bakıyorsunuz?