* Ülkücünün ülkücüye düşman olması, 'ülkünün birleştiriciliği' kavramının hiçbir ciddiyet, hiçbir kıymet ve hiçbir doğruluk taşımadığı anlamına gelir...
* Ülkücünün ülkücüyü kırması, ülkücüleri kardeş kılan özelliklerin artık inandırıcılığı ve geçerliliği olmadığı gibi kıyıcı bir yorumu haklı kılar...
* Ülkücünün sadece diğer ülkücüyü yenmeye çalışması, onun ülkeyi yönetmeyle ilgili hiçbir hedefinin olmadığı, yalnızca iç mücadeleye odaklandığı, iktidar tatminini burada aradığı ve daha fazlasıyla ilgili bir talebi olmadığını gösterir...
* Ülkücünün ülkücüyü tehdit etmesi, hasımlarınca uydurulmuş 'beyninden çok kasları çalışan' şeklindeki aşağılık nitelemeye hizmet eder...
* Ülkücünün ülkücüyü sevmemesi, en çok ülkü düşmanlarının işine gelir... Ülkü düşmanı, kendi beceremediğini, ülkücülerin kendi elleriyle beceriyor olması karşısında ellerini ovuşturur...
* Ülkücünün ülkücüye sövmesi, yeni ülkücü adaylarının uzaklaşmasına yol açar, siyasî neslin kesilme riskini ortaya çıkarır...
* Ülkücünün ülkücüyü ispiyonlaması, siyasî tarihimizin tabelada en başarılı olmasa da racon bilmede en kaliteli hareketini işportaya düşürür...
* Ülkücünün ülkücüye güvenmemesi, dün, kan, can ve hürriyetle sınavdan geçerken korunan ne kadar özellik varsa artık yitirilmeye başlandığını vurgular...
* Ülkücünün ülkücüye pusu kurması, bu soysuz hastalığın dün en kara günlerde altına sığınılan koca çınarın nasıl da kemirilip içi kof bir hale dönüştüğünü ispat eder...
* Ülkücünün ülküdaşının açığını araması, şahsiyetsizliğin ve nasıl olursa olsun galebe çalma duygusunun kardeşlik hukukunu nasıl tahrip ettiğini gösterir...
* Ülkücünün ülküdaşın hatırı varken, başkalarının hatırı uğruna ülküdaşının hatırını yok sayması, siyasî hırs yüzünden, akletme, irfan, basiret ve feraset gibi özelliklerin uzağına savrulduğunu ispat eder...
* Ülkücünün ülkücüye kin tutması, âdeta kanı helalmiş gibi bakması, millî birliğin en önemli teminatlarından birisinin, artık bu işlevi taşıma yeterliği bulunmadığını itiraf etmesi demektir...
* Ülkücünün ülkücüye nefret biriktirmesi, bundan böyle 'ortak yarınlar'ın olmayacağını belgeler... Bu da en çok ülkücülerin arasına kan dâvâsı sokarak, onların milletin mukadderatıyla ilgilenme alanından çekilmesini isteyenlerin işine yarar...
***
'Sevgi, hukuk, kardeşlik, tahammül, beraber yürüme duygusu, ideal birliği' gibi kavramların gündelik hayattan çıkarılıp, 'düşman, hain, hasım, iş birlikçi, yatakçı, uşak' gibi kavramları tercih edenler, siyasî hamlelerine 'doğruluk ve haklılık' kazandırmak için diğerlerini sorumsuzca aşağılayanlar büyük bir erozyona hizmet ediyorlar...
Oysa 'ateşle sınav'ı büyük tevekkül, olgunluk ve dirençle geçenlere başka türlü bir 'bugün' yakışıyordu; kırmayan toparlayan, günlük siyasî çıkar yerine asırlarca sürecek kardeşliği miras bırakan, ülküdaş hatırını her türlü beşerî hatırın üzerinde gören, ülküdaşının acısını kendi acısı, onun sevincini kendi sevinci bilen, ülkü düşmanlarını sevindirmektense her türlü hakkından feragat edip gerekirse köşesine çekilmeyi erdem sayan...
Mümkün mü? Bu sorunun vicdan sahipleri nezdinde birden fazla cevabı yok... Mümkün olmak mecburiyetinde...
Atılan taşlar, müşterek camlarımızı kırıyor çünkü... Ülkemizin tarihinin en zor günlerini yaşadığı, düşman nazarların vatanımıza çevrildiği, bekâ meselesinin artık herkesçe kabul edildiği bir dönemde, ülkücülerin enerjisini birbirine karşı mücadelede kullanmaya zorlamak, makul bir tavır olamaz...
Mâzinin hatırı, bugün yaşanan saldırılar karşısında milletin mukadderatına sahip çıkma duygusu ve 20. yüzyıldan 21. yüzyıla taşınan Türkçe hâyâller yine ve yeniden kardeşlikten başka yol bırakmıyor çünkü...
Kim provoke ediyorsa, kim krizi siyasî fırsata çevirmek istiyorsa, kim fitneye odun taşıyorsa, onun için sağduyu, onun için kardeşlik hukuku, onun için sonuna kadar tahammül...