Son zamanlarda Türk aydınlarındaki uyanış, halkın ufkunu da açmaya başladı. Tabii bu uyanış yeterli düzeyde olsaydı, bugün Türkiye’nin yaşadığı temel sorunlar kendiliğinden ortadan kalkardı. O zaman, Türkiye’yi pazarlayacağını vaat edenler iktidar olamaz, olsalar bile Türkiye’yi alenen satmaya kalkışamazlardı...
Kıpırdanmanın birçok işareti var... Bugüne kadar, birçok insan yazdıklarımızı şüpheyle
karşılıyordu. Hatta yaygın medyanın etkisinde kalarak, tespitlerimizin bir kuruntudan ibaret olduğu masalına inananlar bile oluyordu. Oysa biz, somut verilere dayanarak araştırmalar yapıyor ve kamuoyunun bilgisine sunuyorduk. Son zamanlarda, soldan, sağdan birçok aydın insanın bizimle aynı tespitleri yapmaya başladığını görüyoruz...
İşte onlardan biri: “Osmanlı’nın yaptığı en büyük hatalardan biri de 1856 yılında Islahat Fermanı ile yabancılara taşınmaz mal edinme hakkını vermiş olmasıydı. Dün başta İngiltere olmak üzere sanayileşmiş ülkeler, Osmanlı yöneticilerinin gaflet, delalet ve ihanetinden faydalanarak umduklarının çok üstünde sonuçlar aldılar. Aslında bu sonuçlar, yaşadığı zamanı ve dünyayı kavrayamamış, ziraatla kalkınacağına inanmış basiretsiz Osmanlı
yöneticileri tarafından sanayileşmiş ülkelere altından bir tepsi üzerinde sunulmaktaydı. Bu yöneticilerin büyük bir çoğunluğu, tanınan bu imtiyazlardan aynı zamanda çıkar da sağlamaktaydılar. Lozan görüşmelerinde en önemli tartışmalar tam bağımsızlığın önündeki en büyük engellerden biri olan kapitülasyonlar üzerine yapılmaktadır. Ancak taviz verilmez. Görüşmeci İsmet Paşanın taviz vermez tavrı Lord Curzon’u çileden çıkarmıştır. Curzon İsmet Paşa’ya ‘İleride dara düşüp bize yardım için geldiğinizde, burada reddettiğiniz herşeyi, cebimden çıkartıp önünüze koyacağım’ der. Aradan tam 80 yıl geçer dün Lozan’da reddettiğimiz kapitülasyonlar ve uğruna kan dökerek kazandığımız zaferler, bugün sessiz sedasız hezimete dönüştürülmekte. Küreselleşme, serbest ticaret gibi maskelerle, hayat kaynaklarımız, doğal zenginliklerimiz, gelişmiş ülkelerin her biri bir ülke büyüklüğündeki şirketlerine açıkça hediye edilmektedir. Üstelik, sanayileşmiş ülkelerin ihracat maddelerini üreten sanayimiz kendi ellerimizle yok edilerek.
Yanlış düşünüp doğru olmayan sonuçlara mı ulaştık? Ya da, AB’ye üye adayı (!) bir ülkenin vatandaşı olarak eski köhne düşüncelere mi kapıldık? Yoksa, Damat Ferit’in 1919 yılında başta İngiltere olmak üzere Osmanlı’yı yenen devletlere sunduğu ‘Biz Avrupalıyız, Avrupa elimizden tutmalı’ şeklindeki muhtıraya 84 yıl sonra cevap veriliyor da haberimiz mi yok. İyide Türkiye Cumhuriyeti 1939 yılına kadar başta madenler olmak üzere ulaştırma, enerji alanında onlarca millileştirmeyi niçin yaptı. Dün bedelini ödeyerek millileştirdiğimiz madenler ve diğer sektörlerde yer alan işletmeler neden yok pahasına ulusal ekonomi dışına itiliyor?
Tüm bu sorulara verilecek cevap, vicdanlarımızda yer alan ve her zaman doğru tartan terazide saklı. Şimdi bize düşen görev; o terazinin bir kefesine 1838 ticaret anlaşmasını, Tanzimat fermanını, Islahat Fermanını koymak. Diğer kefesine de Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu, Maden Kanunu, Geri Kalmış İllerde İstihdam Yaratılması ve Yatırımların Teşvik Edilmesi Hakkında Kanunu, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanunu, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanunu koyup, terazi dengede mi değil mi bir bakmak. Terazinin ibresi Sykes Picot’tan Mondros’tan, Sevr’den yana mı?
Yoksa, Bağımsız Üniter Devlet, Türkiye Cumhuriyeti’nden yana mı?”
* * *
Açıkça görülüyor ki, Türkiye İstiklal Savaşı ile ne kazanmışsa, Atatürk’ün ölümünden itibaren Türkiye’nin başına yeniden musallat olan, fakat son yıllarde iyice kendisini ortaya koyan işbirlikçi yönetimler tarafından bir bir geri verildi... Tek bir şey eksik bırakılmıştı.
Türkiye’nin dört bir tarafona satılık ülke tabelaları asmamışlardı, onu da televizyonlardan, gazete manşetlerinden “satılık orman arazileri, satılık maden arazileri, satılık tarım arazileri, satılık yaylalar, satılık kıyılar” diye bas bas bağırarak yapıyorlar, kimse farkında değil...
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başkomutanılığını yapmış, 12 Eylül’den sonra kendisini Cumhurbaşkanı seçtirmiş olan Kenan Evren’in şahsen kefil olduğu Anayasa kevgire döndürüldü, değiştirilemez maddeleri bile onaylanan sözleşmelerden sonra sakatlandı... Bu durumda vicdanlarımızda gerçekten bir terazi kalmışsa siyasileri, kişisel, yerel çıkarlar uğruna veya hemşehrilik duygusuyla, hatta ideolojik saplantılarla desteklemeyelim... Olaylara bakalım. Söylenen ucuz sözlere değil, kimin ne yaptığına bakalım ve gereğini yapalım... Yapılacak ilk iş, işbirlikçileri isim isim ortaya çıkarmaktır! Öyle bir yol izlenmeli ki, Türkiye’nin satılık bir ülke olmadığını sadece bu işbirlikçiler değil, bütün dünya anlamalıdır...