Mahir Kaynak, 2008 yılında, "Yanlış adresler" başlıklı yazısında istihbaratçı birikimine dayanarak önemli bilgiler vermişti:
"Bir örgüt, karşı olduğu örgütün suçlanmasını sağlayacak eylemler yapar, zaten bunu kabule hazır olan kamuoyu hemen ileri sürülen iddiayı kabul eder.
Bazen başlangıçta böyle bir örgüt olmasa bile hayali bir örgüt yaratılarak eylemlere onun imzası atılır. Burada hâkim olan düşünce şudur: Amaç toplumu belli bir yönde şartlandırmaksa, örgütün varlığının ya da yokluğunun, başlangıçtaki hedefinin anlamı yoktur. Operasyonu yapan güç bu örgütün arkasına saklanarak istediği sonuçları elde eder.
Önce terör yoluyla sonuç almak isteyenlerin düşünce yapısını analiz etmek gerekir. Benim bugüne kadar vardığım sonuç, bu güçlerin diyalektik düşündüğü ve çatışmanın her iki tarafını da kontrol ettiğidir. Yani birbirine karşıt olarak düşündüğümüz örgütler tek bir gücün kontrolünde olabilir. Bu çatışmadan iki türlü sonuç beklenebilir: Ya taraflardan birinin temsil ettiği intibaı yaratılan örgüt bahane edilerek o siyasi yapı çökertilir ya da onların çatışmasını bastıran üçüncü bir güç egemen olur. Bu örneklerin hepsi ülkemizde yaşanmıştır. 12 Eylül, çatışan güçleri bahane ederek egemen olan ve kimsenin aklından bile geçmeyen iktisadi bir programı uygulatan güçtür."
***
Dünyada ve Türkiye'de yaşanan olayların birkaç hamle sonra hangi gelişmelere, değişmelere yol açacağını düşünmek zorundayız. Elbette herkesten, satranç mantığıyla düşünmesini bekleyemezsiniz. Zaten kitleler düşünmez, inanır! Olayların gerçek boyutlarını görmek zorunda olanlar, devletin ilgili kurumlarında çalışanlar ve halka doğru bilgi vermekle görevli olan gazetecilerdir.
Devletin ilgili kurumları, ideolojik hedefler doğrultusunda bir kadrolaşma anlayışı ile doldurulursa, oralardan sağlıklı bir değerlendirme çıkmaz! Yine medya, aynı hedef doğrultusunda birer birer ele geçirilip sadece iktidar propagandası yapmaya mecbur edilirse, doğru yolu gösteren kimse çıkmaz. Küresel projelerde ise bütün medya kullanıldığı için iktidar-muhalefet farkı da ortadan kalkar. Mesela, istisnalar olmakla birlikte bütün dünya medyası Dünya Sağlık Örgütü üzerinden sürdürülen insan sağlığıyla ilgili projeleri hiç sorgulamadan kabul eder. Bazılarında bu kabul, yobazlık seviyesine kadar iner. Hiçbir bilimsel itirazı yansıtmazlar.
ABD'nin 20 yıllık işgalden sonra silahlarını da bırakarak ülkeyi kendi yetiştirdiği Taliban kadrolarına neden bıraktığı, çekilirken de neden Horasan adlı yeni bir örgüt veya marka yaratıldığı veya bu markanın büyük bir eylemle dünyaya tanıtıldığı üzerinde duran da pek olmaz. Taliban sözcülerinin mükemmel Amerikan İngilizcesi konuşmasını bir Türk gazeteci canlı yayında gündeme getirmiş olsa da kimse bunun anlamı üzerinde durmaz.
***
Konuyu sadece terör örgütleri üzerinden düşünmemek gerekir. Bütün hedeflere terör yoluyla ulaşılmaz. Siyasette de medyada da çatışan taraflar aynı merkezden kontrol edilebilir. Sorun şu ki bu grupların taraftarı veya mensubu olanların karmaşık görünen bu tür olayları anlaması mümkün değildir. Anlamak için her türlü ideolojik, siyasi hatta bilimsel önyargıdan kurtulmak gerekir. Bilimin yanılmaz olduğunu kabullenmek, dinî yobazlıktan da tehlikelidir. Zira bilimsel bilgiye inanılmaz! Bütün bilimsel veriler sorgulanabilir, yoksa hiçbir ilerleme olmaz. Bilimi inanç gibi benimseyenlerin, dünyada neler olduğunu doğru görmesi mümkün değildir. Bir tarikata mensup olanlar, nasıl ki önderlerinin söylediği sözleri iman gibi benimserse, vasat insanlar, siyasi liderlerinin sözlerine de öyle inanır veya bilimde otorite kabul edilen merkezlerden yayılan sahte bilim dayatmalarını Allah'ın ayeti gibi kabul eder...
Sonuçlarına da herkes katlanır!